kağıt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kağıt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Temmuz 2021 Perşembe

Hayatın boyunca kaç kitap okuyabilirsin?




Kendime de soruyorum: Hayatım boyunca kaç kitap okuyabilirim?

Okumaya başladım başlayalı ilk meraklarımdan birisiydi bu ve geçtiğimiz zamanlarda bunu cidden anlamanın ve öğrenmenin peşine düştüğümde 27.000 ile 1200 arası rakamlarla karşılaşınca, pişman oldum demeyeceğim, ama gerçekten de hevesim çok azaldı. Zira bu araştırma merakının arkasından belki de hepimizin okuma alışkanlıklarımızı sorgulamamıza yol açacak, belki de verimli, keyifli okumalara, seçimlere yönelebileceğimiz çeşitli veriler ortaya çıkacaktı.
Kitap okumanın ya da genelde okuma pratiğinin kitap ya da sayfa sayısı olarak hesaplanmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Öyleyse bu sayı, az ya da çok, ve onu bilmemiz ne işe yarayacak her şeyden önce? Sanırım bu uyanış bizde ilkin bir rahatlamaya yol açacak ve en azından Türkçede 150.000'e yaklaşan tedarik edilebilir-okunabilir kitap sayısına daha sakin bakmamızı ve o yığını seçimlerimiz sayesinde doymuş olarak kabul edebilmemiz sağlamış olacak.

Hangi 4000 kitap / 1 Ömür?

Bu hesabı tam olarak yapmamızı engelleyen bir unsur da hayatımız boyunca okuyabileceğimiz kitap sayısının yaş, dönem, ihtiyaç ve sosyal-ekonomik koşullara göre sürekli olarak değişecek olmasıdır.
En sonunda şuna karar vermek zorunda hissettim kendimi: Sayılardan uzaklaşıp sayıları ne olursa olsun ne kadar yerine hangi kitapları -tabii zaman içinde onları neden- okuyacağımı öğrenmem daha doğru bir tutum olacaktı. Ve kafamdan gitmeyen rakamsa 4000 kitap / 1 Ömür'dü genellikle, ama HANGİ 4000 KİTAP?
Burada gerçekten de büyük bir kapsamdan söz ediyorum, henüz kitap ve yazar çeşitlerine girmeden. Kimse durduk yerde ömrünü 4000 kitap okumaya adamak zorunda değil; belki de hayatın yarısından sonra bu sayı 400'e de düşebilir tecrübeler ve yaşantılar arttıkça bilgi-sentez yolculuğunda bilinçliliklerimiz çoğaldığı sürece.
Sonuç olarak 4000 kitabın "varmam gereken değil", çıkmam gereken nokta olduğuna karar verdim. Ben ömrüm boyunca 4000 kitaplık bir okuma yolculuğu yapmış olmalı ve son noktada kaç kitap okumuş da olsan zihinsel hacim olarak yaptığım yol bu kadar kitaba denk düşen bir keyif, zevk ve giderilmiş-doyurulmuş merak ve dürtülerine sahip olmamı sağlamalıydı.

Bilmek, Anlamak ve Olmak-Yapmak

Bütün sıra işte bu. Eğer kitaplarınızla işiniz olacaksa ömrünüz boyunca, onları salt eğlence aracı olarak bile görmenizde bir sakınca yok... Bizler, bize bizi gösteren eşdeğer aynalar yaratarak kurduk uygarlığımızı. Sadece dil değil, kültür farklılıklarımızı bile kapatıp anlaşmaya, hayatı ve kendimizi anlamaya çalışırken bu eşdeğer aynaları, yani bize bakan aynalara, yani kitaplara her zaman ihtiyacımız olacak. Eğlencelerimiz yorgunluklarımızı ve bıkkınlıklarımızı alarak hayatımıza kısa süreli ve sık yeniden dönüşlerimizi yumuşatırlar. Sıralaması çok önemli değilse de önce bilip, sonra anlayıp en sonunda da gereken neyse onu yapar ya da oluruz. Hiçbir ilerini alır onları şey bitmez, gene aynalardan görüntülerimizin bilgilerini alır ve yine onların uzantısında yine gerekenleri yapar ve oluruz. Kitap bu işlemler içinde en sessiz ve sadık rehberlerdir.
Bu güzel ve anlamlı yolculukta gerçekten de hepimiz kendi 4000 kitabımızın neler olduklarını en azından simgesel düzeyde bilip anlamalıyız.
Bunca satırı neden yazdığıma gelince. Kitabone ve İDEAL KİTAPLIK ile başlayan okuma kültürünü geliştirme fikirlerimin yeni durağı bu "Hayatın boyunca kaç kitap okuyabilirsin?" sorusu. Çok kısa zaman içinde bu sorunun somut cevaplarını proje, ürün ve hizmete dönüştürmeyi tasarlıyorum.

Meraklılarına daha verimli ve isabetli okuma yolculukları dileğiyle...


10 Ekim 2018 Çarşamba

Papirüsten Parşömene Kâğıdın Tarihi



Kâğıdın Tarihi

PAPYROS, PAPIER, PAPER

İnsanın bir milyon yıldır şimdiki haliyle dünya gezegeninde varolduğunu, ama altı bin yıldır yazı yazdığını biliyoruz. Bugünkü şekliyle tanıdığımız kâğıdın bulunmadığı, henüz keşfedilmediği Eskiçağ’da çok sayıda farklı yazı malzemeleri kullanılıyordu.

Günümüze kadar kalabilen anıt ve yazıtları kâğıt öncesi yazı malzemelerinin dışında bırakırsak bu malzemeler anorganik (çanak, çömlek, bakır, kalay parçaları) ve organik (ahşap, keten, ağaç kabuğu, fildişi) malzemeler olarak ikiye ayrılıyordu.

Ne var ki bu malzemelerin hiçbiri papirüs kadar önemli ve etkili olamamıştır kâğıdın tarihinde. Yunanca papyros sözcüğü haklı olarak bugün Batı dillerinde yaşamaya devam etse de (paper, papier) Yunanlılar bitkiden elde edilen yazı malzemesine, yani papirüsa khartes derlerdi. Latince’de chartes olarak adlandırılıyordu bu malzeme. Almanların karte, Fransızların carte dedikleri “harita” sözcüğü de buradan gelmektedir.

Zaman içinde kitap anlamına kavuşan Yunanca byblos sözcüğünün ise ilk anlamı papirüs rulosuydu. Bu sözcük bugün hâlâ kullandığımız “kütüphane (bibliotek), kitapsever (bibliofil), kaynakça (bibliyografi)” sözcüklere kaynaklık etmiştir. Hatta İncil anlamına gelen Bible sözcüğü de buradan gelmektedir.

Papirüs bitkisi (cyperus papyrus) rutubetli ve sıcak ortamları seven otsu bir bitkidir. Eskiçağda en çok Nil deltasında yetiştiği için papirüsü ilk kullananlar Mısırlılar olmuştur. Günümüzde Aşağı Mısır’da, özellikle de Nil deltasında ve bir zamanlar başlıca papirüs üretim merkezlerinin gelişip serpildiği Arsinoitis’te artık soyu tükenmiştir.

Papirüs bitkisinin ilk detaylı tarifini yapan Aristoteles’in öğrencisi Theophrastos papirüsün Suriye’de de yetiştiğini yazmaktadır. Theophrastos bu tarifinde papirüsün kullanım alanları konusunda başka kaynaklara kadar uzanan bir liste vermektedir.

Papirüs nişasta içeren saplarıyla ucuz ama lezzetli bir besin maddesidir. Liflerinden sepet, halat, lamba fitili, sandalet, giysi hatta kayık yapılıyordu. Kökleri ise alet yapımında ve yakacak malzemesi olarak kullanılıyordu. Çiçeklerinden çelenk, küllerinden ise ilaç yapılıyordu.

Bizi ilgilendiren yazı malzemesi papirüs, papirüs sapının alt kısmındaki özden elde ediliyordu. Saplar henüz tazeyken parçalara bölünüyor ve enli parçalar halinde kesiliyor, suyla ıslatılmış bir tahtanın üzerine yan yana diziliyordu. Çeşitli işlemler sonrasında elde edilen papirüs rulolar halinde piyasaya sürülüyordu.

Papirüs Eskiçağ’da en çok Nil deltasında yetişiyordu. Antik dünyada idari kurumların bulunduğu büyük şehirlerde hayli fazlaydı ve papirüs ticareti de bu nedenle çok gelişmişti. MÖ 5. yüzyılda Atina’daki idare papirüs kullanıyordu. Belge suretleri çıkarmak için papirüs satın alındığına dair gider faturalarında bu görülmektedir.

Papirüs buluntularının çoğu bugün Mısır’da ortaya çıkarılmıştır ve çıkarılmaya devam etmektedir. Ne var ki papirüslerin bulundukları yerler kuru çöl bölgeleridir. En önemli buluntu yerleri bugün artık kumlar altında kalmış olan vaha yerleşimleri, özellikle de Fayyum bölgesindeki şehirlerdir.
Mısır dışında en çok papirüs bulunan yerler ise Fırat nehrinin orta batısındaki Dura-Europos’tur.  Daha sonra Roma’nın garnizonu olan bu şehirdeki Mısır’dakine benzer kuru iklim sayesinde, parşömen ve Yunan papirüsleri dışında Roma askeri idaresinin Latince papirüsleri de korunabilmiştir.
Filistin’de bulunan en tanınmış papirüs örnekleri Ölü Deniz’deki mağaralarda bulunan ve papirüs rulolarıdır.

Roma egemenliği altındaki Mısır’da papirüs üretimi önce krallığın daha sonra da imparatorluğun mülküydü ve özel kişilere kiraya veriliyordu. Bitkilerin yetiştirilmesinden satışına kadar bütün safhalar özel sektörün elindeydi. MÖ 2. yüzyıldan sonra papirüs üretimi doruk noktasına erişti.Roma imparatorluğu döneminde kalitesini korudu. Fakat 3. yüzyıldan sonra bu kalite kaybolmaya başladı. Mısır’da papirüs üretimine 10 ya da 11. yüzyılın sonunda son verildiği tahmin ediliyor.


Kâğıt ve Kıskançlık

Bazı keşifler yokluktan, kıskançlıktan ya da rekabetten doğar. Tanrı’nın keşfi ve teoloji dünyasının icadı da belki bu durumun ilk örneklerindendir. Bu keşfin meyvelerini yine kâğıdın arşivci ve bellekçi kucağında vermesi bir tesadüften öte kâğıt medeniyetlerinin insanlığı gizliden gizleye yönetmesinden ve saklamasından başka bir şey olamaz.
Ne yaparsak yapalım “araç”ların amaçlarımızı ve ruhlarımızı yönlendirmesini önleyemeyiz. İnsanın ruhunu kurtarmak için maddeyi kullanması ve onda “kalması” gerekir.

Kâğıdın tarihinde papirüsten sonra gelen ve az önceki örneği doğrulayan parşömenin efsanevi nitelik taşıyan keşfi Küçük Asya’da, Mısır’ın papirüs tekelinden kurtulmak isteyen Bergama kralı II. Eumenes’e mal edilmektedir. Zaman geçmekte ve en az dünya tarihi kadar birçok insanlık konusu yazılmayı ve kaydedilmeyi beklemektedir.

Plinius’un Romalı bilge Varro’dan aktardığına göre İÖ 2. yüzyılda Mısır kralı Ptolemaios VI. Philometor (İÖ 180-145) ve Bergama kralı Eumenes (İÖ 197-159) birbirlerinin kütüphanelerini kıskanmaktadırlar. Bu nedenle Ptolemaios papirüs ihracatını yasaklar ve İskenderiye-Bergama arasındaki papirüs yolculuğu sona erer. Bunun üzerine Bergama’da (Pergamon) parşömen mecburiyet üzerine keşfedilir ya da icat edilir. Bu bilgilere göre parşömenin Pergamon’da icat edildiği biliniyor olsa da daha eski dönemlerde parşömenin bilindiğine dair bulgular bizi şu açıklama götürüyor muhtemelen:

İÖ 1790-168 yıllarında Suriye kralı Antiokhos Epiphanes Mısır’a saldırdığında ve İskenderiye istila edildiğinde papirüs ihracatı kesintiye uğradı. Bunun üzerine kütüphaneyi genişletmeyi sürdürebilmek için eskiden beri bilinen parşömenden yararlanılmaya başlandı. Ancak daha sonra yeni kitap biçimi olan kodeks bulunduğunda ise parşömen yavaş yavaş papirüsün yerini aldı.

Rivayetler ve belgeler arasındaki bu çelişkili durumu daha da ortaya çıkarmak için tarihin ozanı Herodotos’a kulak verelim şimdi. Herodotos’a göre eski dönemlerde yaşayan İyonyalı Yunanlılar papirüs kullanmaya başlamadan önce keçi ve koyun derilerine yazı yazıyorlardı. Bu noktada birbirlerine benziyor olsalar da deri ve parşömeni karıştırmamak gerekir. Deri, hayvan pöstekisinin tabaklanmasıyla elde edilirken parşömen üretiminde deri tabaklanmaz, kireç işleminden geçirildikten sonra kurutulur ve daha sonra ince şekilde kazınarak düzleştirilir.

Yunan dilinde “Bergama derisi” anlamına gelen “pergamane” yani parşömen, genellikle koyun, dana ya da keçi derisinden elde edilirdi. Buzağıdan elde edilense en değerlisiydi.

Parşömenin bulunuşuyla birlikte iki önemli gelişme daha kaydedilmiştir. Bu yazı malzemesi öncelikle kaba kamış fırçasından daha geniş olanaklar sunan kaz tüyünün kullanılmasını sağlamıştır; son olarak da parşömen, kitabın doğuşuna neden olmuştur. Kullanımı zor olan papirüsün yerini alan parşömen birbirine bağlanınca Roma kodeksi oluşur: Yani artık bugün anladığımız anlamıyla kitap doğmuştur.

Kullanımı çok ağır yaygınlaşan parşömen kitap yapımında papirüsün yerini ancak İS 4. yüzyılda alabildi. Hammaddesinin papirüse oranla daha az bulunması ve aynı zamanda hazırlanışının gerektirdiği el emeği sonucu maliyetinin yüksek olması, fiyatının da yüksek kalmasını gerektiriyordu.
Kâğıdın Ege ve Akdeniz’deki yolculuklarından, serüvenlerinden bahsettik şimdiye kadar. Buna karşın kâğıt elbette Doğu’da da vardı. Güneş gibi oradan doğmamış olmasına karşın kâğıdın Çin’de İS 105 yılında hükümdarın muhafız alayına mensup bir sanatkâr tarafından bitki kabuklarının kullanılarak elde edilen kâğıt hamurundan yapıldığını biliyoruz.

Asya’da 2 ve 3. yüzyıllardan sonra Hintçe başta olmak üzere birçok dilde yazılmış kâğıtlar bulunmaktadır. Uygurlar da Mani dinini kabul ettikten sonra yazı yazmaya ve kâğıt kullanmaya başlamışlardır.

İslam dünyasında bilinen en eski tarihli kâğıt 879 yılına ait, üstünde Binbir Gece Masalları’ndan birkaç satır Arapça metin bulunan parça ile 1080 yılına ait Uygur harfleri, Karahanlı Türkçesiyle yazılmış alım-satım senedidir.

Kâğıt yapma sanatının meslek ve ticaret olarak Çin’den Semerkant ve Kahire yoluyla Avrupa’ya ulaşması bin yılı almıştır.

17 Kasım 2015 Salı

Kıyamet geliyor!


Kıyamet geliyor,
Birazdan son bombalar da patlayacak üzerimizde. Çölde bilinmeyen bir benzin istasyonunda tek katlı her yeri ahşap ve kağıttan yapılmış lejyona doluşup toz fırtınalarının geçmesini bekleyeceğiz.

Kıyamet geliyor,
Orda daha güvenli olacak her şey. Geçmişi asla hatırlamayacağız ve bu yüzden korkmayacağız hiçbir şeyden. Ne kadar çok şey görmüş ve biliyorsak o kadar korkaktık.
Bütün bunlar yazılıydı bileceğiz ve bütün bunları bildiğimiz yazmıştık bir kitaba; bütün çölde o kitabı ararken unutmuş olacağız bütün sözleri ezberlemiş olduğumuzu.

Kıyamet geliyor,
Bu kendine durup bakma ve basit ahlakımızı sürdürme oyunu olmayacak. İyilikler uğruna dünyayı ne hale koyduğunu mu görmezden geleceksin şimdi o sıkıştırılmış kağıttan kalende?
Kendini daha iyi hissedince basit ahlak korunmuş mu olacak ve geçmiş olacak çıkardığın savaşın casus belli'si?

Bunu hep söylemek istedin aslında. Kıyamet geliyor,
O gelmeden önce. İlk bomba atılmadan önce. Bunun bir yazgı olduğunu söyleyen bir kutsal kitap bulmuştun ve orada yazıyordu: "Gün gelir ve ışıktan ordular yağar yere inen savaşa."
Tam olarak böyle yazıyordu, ama sen bunu yanlış çevirdin bilerek.

Kıyamet geliyor.
Hiçbir zaman güneşin daha sıcak olmayacağı bu kıyamet en uzun ateş gününü de getirecek beraberinde.

Temmuz 2015