O 14 Temmuz akşamı Bleu Blanc Rouge renkli havai fişeklere bakıyordun Fransız Sarayı'ndaki bahçe kutlamasında Légion d' honneur'lü konuklarla birlikte.
Bleu, yani mavi, yani Özgürlük.
Blanc, yani beyaz, yani Eşitlik.
Rouge, yani kırmızı, yani Kardeşlik.
Bu üç renk de, onlara en çok ihtiyacı olan ülkelerde, siyah gökyüzünde daha çok parlar, dedi bir Mağripli.
Enrico mu neydi adı... O da bir şarkısında şöyle diyordu:
Ma liberté, longtemps je t'ai gardée.
O geceden 27 sene öncesine gidiyorsun.
1989.
1789'un 200. yılı. Ankara, Kızılay. Devrim'in ikinci asrı anısına, onun en önemli simgelerinden, hatta Devrim'den en çok zararı görenlerden, yazar Marquis de Sade hakkında teksir olarak düzenlenmiş yaklaşık 40 sayfalık bir kitapçığı tutuyorsun sımsıkı koltuk altında. Hepsini bir oturuşta okumalısın. Çünkü okula hiçbir "yayın"ı sokmak izin dahilinde değil.
Ankara'nın Dikmen'inin eteklerinde 4 yıldır gitmekte olduğun okulu bitiriyorsun o yıl. Mutsuzsun. Herkes mutsuz, acaba ondan mı?
Kimsenin sana bir şey demediği yıllardan herkesin sana ne dediği yıllara, mutluluğun sürekli olduğunu unutup anlık olduğunun kabulüne kadar, tüketip durdun "sonuna kadar koruduğun özgürlüğü..." Eline kalansa, bir kitapçık. Ömrünün 27 yılını hapisanelere veren, her devirde ve devrimde hapse atılan yaşamaktan ziyade yazmaktan bıkmayan bu marki, senin kurtuluşunun ilk havai fişeklerini patlattı o gece.
Ve yine bir 14 Temmuz'da aynı çifte asır kutlamalarında Seine nehrinin her köprüsünün üstündeki sıralı havai fişek patlamalarını bu kez Léon Carax'ın Köprüüstü Âşıkları filminde izledin. Juliette Binoche ilk kez o filmde gözüne göründü, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'nden de önce.
Napoléon, imparatorluğu kurarak Fransa'daki halk, monarşi ve devrim arasındaki iç savaşa son verdi. İmparatorluk karşılığında oldu bu lütuf kuşkusuz, altında başka bir irade aramamalı. Böylelikle üç renk birleşip yüce anlamına kavuştu. Sıralarını sürekli karıştırageldiğimiz özgürlük, eşitlik ve kardeşlik hem üç rengin hem de iç savaşa tutuşan 3 kesim ve kavramın da değişmez sembolü olmuştu.
Bu açıklamaların varacağı renk az çok belli oldu gibi: Mavi. Aklına sık sık düşüyordu senin de: Neden mavi? Bayraklardaki mavi aslında ne anlama geliyordu? Ya beyaz? Ya kırmızı?
Bir ülkenin bayrağında mavi varsa bu tam olarak ne anlama geliyordu?
İngiltere, Amerika ve de birçok Avrupa ülkesi mesela... Beyazı sosyolojinin dışında bıraksak mavi ve kırmızı kalıyor geriye. Mavi, kanında mülkiyet ve güçten başka bir şeyin dolaşmadığı saltanatları, tahtları, imparatorlukları ve krallıkları simgeliyorsa kırmızı, özgürlüğü ve kardeşliği varlığından bu yana talep eden halkı, yani özgür eşit bireylerin oluşturduğu toplumu işaret ediyordu öyleyse.
Sosyolojiye yaslanarak söyleyecek olursak beyazın ise, bu iki rengin, mavi ve kırmızının belki akıllı uslu belki de tepedeki egemenlerin çıkar çatışmalarından uzaklaştırdıkları kesim ya da kişilerin kendi aralarında yaptıkları antlaşma, bağımsızlık savaşı ve iç savaş olarak niteleyebiliriz.
O halde 14 Temmuz akşamı hangi renkleri gördün gökyüzünde, söyle?
Siyah diyeceksin. Hem de simsiyah. Gök günlüklerine bakmalı, hiç kuşkusuz. O gece yıldızların, ayın konumu ve durumları. Sonra meteorolojik tahminler ve kaygılar.
(Arkası yarın)
14 Temmuzlarda hep bir büyünün içindeydim. 2007’de Venedik’e giden bir trende, sonrasında sabaha karşı San Marco meydanında şarkılar söyleyerek geçen bir gece.. Bir keresinde Adriyatik’in ortasında gemide, bir diğerinde Londra “ayazında”, birinde Roma’da.. Mavi değil ama kırmızılar/turuncular gelir aklıma. Severim. Bu yazıyı da sevdim. “Mavi: Bir Rengin Anatomisi” kitabını da tavsiye edeyim buradan.
YanıtlaSilArkası yarın da 15 Temmuz gecesi yazacağım...
YanıtlaSilBekliyoruz efenim.
SilRenklerle siyasal dönem ve kalem’in yeni yeni renkler arayışındaki tasvirini takip ediyoruz
YanıtlaSildoğru yorum :-)
SilRenklerle siyasal dönem ve kalem’in yeni yeni renkler arayışındaki tasvirini takip ediyoruz
YanıtlaSil