din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ekim 2018 Perşembe

Homo Sapiens'in Kulakları


Gürültü, sanıyorum ki homo sapiens ile neanderthal'i ayıran en büyük farklardan birisiydi.

Ta en başa gidersek denizlerden karaya canlıların tanık olduğu ilk gürültü de gökgürültüsüydü, kıyılardan uzaklaştıktan itibaren. Su ortamında sesin iletim özellikleri karada farklılaştığından, bu değişme, sonraki evrim içinde yeni kulaklara ya da kulaklara neden oldu, ki bu sayede canlılar hayatta kalma becerilerini yeni bir duyuyla dünyaya uyuma yöneldi.

Duyuların sonuçlandığı yüzbinli yıllar diliminin içinde yaşarken gürültü bizi adeta sınıyor. Şehir (site) hayatının belki de ilk başlarda dikkate almadığı bir konu. Hele ki insani kapitalden pay almaya soyunan dinlerin de mabedleri şehrin merkezlerine yerleştirmesi, orada egemenliklerini pekiştirmek için adeta kaçınılmaz bir tutumdu. Din aygıtının insan yaşamında çıkardığı seslerin zaman içinde gürültüye dönüşmesine sanırım en çok Ortadoğu kökenli son tektanrılı dinde rastlıyoruz.

Neden?

Bir kere bu son olduğu söylenen dinin mabed biçimi, kutsal ziyaretlerden çok günde en az beş kez ziyaret edilen bir alışveriş merkezine çok uygun "yaradılış"ta. Tektanrılı dinler hegemonyası, insanın kültürel evrimi ve değişimlerinin tarihi içinde kesin veriler ve sonuçlara ulaşamayacağımız kadar "genç" henüz. Ve son tektanrılı dinin gerek periyodik kutsal hac ritüelleri gerekse günlük tapınma programı en az diğer tektanrılı dinler kadar mabedi gerektiriyor. Mabedlerdeki tinsellik yoğunlaşmasının dışında oraya atfedilen özel önem acaba neyi simgeliyor tam olarak? Kozmik bir kanal mı mabedleri daha özel kılıyor, diğer dünyevi mekanlara nazaran? Ya da uhrevi bir meridyen mi geçiyor onları boylamasına yararak? Hele ki son tektanrılı dinin toplaşmacı, kalabalıkçı ve sıklıkçı bu telaşı, acelesi neden?

Bir insan ömrünü aşmayan zihinsel düşünüşlerin kutsal kitapları düzenlediğini açıkça fark edebiliyoruz, burası açık. Bir kötü niyet, bozuk bir zihniyet aramıyoruz burada. Tam tersine anlama çabası bizimki... Ve teşhis getirmede ısrarcıyız sadece. Tam olarak anlamak için. Neden onca kutsal kelam ve ritüel bu dünyayı, hayatı ve evreni tanımayı-anlamayı-öğrenmeyi çeşitli buyruk, buyrukçu ve birçok dünyevi iktidar odağıyla bulandırıyor? Mutlak bilgiyle kurulan doğaüstü atıf çabalarından ziyade neden dinler ve diğer inanç kutuplaşmaları bilginin kendisini muhatap almıyor ve araya onca coğrafi, tarihsel, sosyal ve tarihsel aracılar sokuşturuyor. Ve kutsal bilgiyi, metafiziği mutlaklaştırma çelişkisinde hepsi birden koro halinde bütün dinler.

Bilgi zincirleri ve ağlarının inceldiği zayıfladığı her koordinatta bir mabed kurulmuş adeta; her delik daha büyük bir kara delikle örtülmeye çalışılmış gibi... Yoksa... yoksa dinsel düşünüş, yargı ve uygulamalar pratik aklın görünürdeki en temiz hizmetkarları mı?




21 Nisan 2018 Cumartesi

Siyaset: İçimizdeki İhanet

Kimse siyasetin kendisine bulaşmasını "sözde" istemiyor: Yargı, futbol, din, devlet, milli eğitim... Bunlar, az önce söz ettiğimiz tüm tedirgin karakterlerin en çok bilinenleri. Bu istek, cumhuriyet rejimleri öncesi sömürgeci ve imparatorluklar dünyasında da böyle miydi acaba? Sömürgeciler, krallar ve imparatorların günümüzdeki seçilmiş ve atanmış uzantıları, bizzat kendi ağızlarından çıkan her şeyin siyaset olduğunu bile bile neden siyasetten uzak durmak istiyor olabilirler?

Öte yandan bu saydığımız kurum ve alanlar, aynı zamanda siyaseti hem içte hem de dışta en çok kullanan, ama siyasetten hiç de dem vurmayan güç ve kurumlar. Siyasetin, Truva Atı'ndan Suriye Savaşı'na kadar uzanan bu çokyarayışlılığı ve kullanılışlılıkları tarihsel açından çoktan tüm hadlerini aştı ve miyadını doldurdu. Siyaset adeta ihanet haline geldi.

Güç, iktidar ve onların paylaşımının tarihsel olarak başına gidecek olursak iki tür atıf görebiliriz: Yer ve gök güçleri. At, silah ve savaş arabalarının etkisiyle fethedilen dünyanın ötesine geçmek isteyen ve gücünü kalıcı kılmak isteyen yer monarklarının daha çok güç talebine ilk cevap gökten geldi: Dinler. Dinler, dönemlerinin ekonomik hayatını yönetme karşılığında siyasi olarak hükümdarların gücüne güç kattı. Ne var ki kurulan ve dağılan devletlerin birbirlerinin her türlü inanç obje ve mekânlarını talan ve yok etmesiyle birlikte en azından mabedlerin devamlılığında son noktayı koyan semavi dinler, iktidarların bu arayışlarına son verdi. İslam coğrafyası en azından Roma iktidarının coğrafi geri çekilmesinden daha çok bölgesel iç buhranları tercih ettiğinden Hıristiyanlık kadar çok mabed talanı yaşamadı. Bütün Ortadoğu olmasa da Kudüs şehrinin bugünkü triptik mimarisi bunun ayakta kalan en iyi örneği.

Savaş'tan Barış'a hemen uzanıveren bir anlam geçişi olduğunu düşünen tüm diplomasilerin ve ideolojilerin yanıldıkları ortak noktadır bu algı hatası. Hatayı bir prizma olarak ele alıp tarih ve geleceğin renklerinde ona baktığımızda gördüğümüz hiç de basit bir anlam ya da içerik geçişi değildir; kaldı ki savaş ile barış arasında en basit ifadeyle bir neden-sonuç ilişkisinin kapalı kapısını bulabiliyoruz, yani anahtarı kayıptır bu girişin.

Peki insan bu Sisifos mitini neden siyaset adıyla sürekli olarak tekrarlıyor? Kendi yaşamını ve geleceğini, tarihteki varlığını, zamandaki varoluşunu toplumsallık yoluyla değerli bir anlam katarak yüceltebileceği yerde neden demokrasinin tüm imkanlarını en düşük ve en az insanlık onuruna razı olduğu bir siyasete mahkum bırakıyor kendini? Üzülerek son yıllarda gözlemlediğim bu manzarada, zenginlerden dinsel kurumlara, başkanlardan partilere, medyalardan teknoloji egemenlerine kadar her türlü kötü görünüm var.

İnsanın ruhuna hiç de yakışmayan ihanet, yani başkaları hakkında eylemli olarak kötü düşünme hali, giderek siyasetin ta kendisi olmadı mı?

17 Kasım 2015 Salı

Kıyamet geliyor!


Kıyamet geliyor,
Birazdan son bombalar da patlayacak üzerimizde. Çölde bilinmeyen bir benzin istasyonunda tek katlı her yeri ahşap ve kağıttan yapılmış lejyona doluşup toz fırtınalarının geçmesini bekleyeceğiz.

Kıyamet geliyor,
Orda daha güvenli olacak her şey. Geçmişi asla hatırlamayacağız ve bu yüzden korkmayacağız hiçbir şeyden. Ne kadar çok şey görmüş ve biliyorsak o kadar korkaktık.
Bütün bunlar yazılıydı bileceğiz ve bütün bunları bildiğimiz yazmıştık bir kitaba; bütün çölde o kitabı ararken unutmuş olacağız bütün sözleri ezberlemiş olduğumuzu.

Kıyamet geliyor,
Bu kendine durup bakma ve basit ahlakımızı sürdürme oyunu olmayacak. İyilikler uğruna dünyayı ne hale koyduğunu mu görmezden geleceksin şimdi o sıkıştırılmış kağıttan kalende?
Kendini daha iyi hissedince basit ahlak korunmuş mu olacak ve geçmiş olacak çıkardığın savaşın casus belli'si?

Bunu hep söylemek istedin aslında. Kıyamet geliyor,
O gelmeden önce. İlk bomba atılmadan önce. Bunun bir yazgı olduğunu söyleyen bir kutsal kitap bulmuştun ve orada yazıyordu: "Gün gelir ve ışıktan ordular yağar yere inen savaşa."
Tam olarak böyle yazıyordu, ama sen bunu yanlış çevirdin bilerek.

Kıyamet geliyor.
Hiçbir zaman güneşin daha sıcak olmayacağı bu kıyamet en uzun ateş gününü de getirecek beraberinde.

Temmuz 2015