
Oğlum Can’a...
Tahta Minare durağında otobüsten indiğimizde yağmur
hafiften atıştırıyor. Pek acele etmeden yolun karşısına geçip bizi Eyüp’teki
Kanun Sokağı’na götürecek olan Tahta Minare Bostan Sokağı’na giriyoruz. Bayıldım
Çıkmazı hemen solumuzda görünüp kaybolurken avucumun içindeki minik elin
hafifçe terlemiş olduğunu hissediyorum. Parmaklar serin havaya temas etmek için
kımıldıyor.
Küçük beyaz parmaklar.
“Bak baba, bayır! En hızlı ben çıkarım!”
Hafifçe yükselen sokağın ortalarına doğru minik parmakları bırakıyorum. Düşen yağmur damlalarıyla birlikte ortalığa kesif bir kömür kokusu
yayılıyor. Hemen yanımızdaki ilkokuldan küçük öğrenciler çıkıyor ve ıslanmamak
için saçak altlarına doğru koşuşuyorlar.
Bayırın sonundaki cumbalı ahşap ev, oradan her “kestirme”
geçişimizde, yolumuzu karanlık gövdesiyle uzatıyor. Kanun Sokağı’nı başlatan
oldukça sarp toprak bayırın başına ulaşmak için bu evin ön cephesine yaklaşıp
sola dönmek zorundayız.
Yer yer yarılmış asfaltın üzerindeki çatlaklar, tırmandıkça
daha da belirginleşiyor ve sokağın dili haline geliyor adeta.
Ve solumuzda kalan, tepenin içine kısmen gömülmüş
duvarlarıyla Meryem Ana Kilisesi.
Kapısında bizi bekleyen ağır sessizliği bozmak için hızlı
hızlı küçük yumruklarla vuruyoruz kapıya.
Ama, içeriden yumruk seslerimizi işitenlerin -bir bekçi ya
da bir iki görevli- gözünde birer küçük yaramaz sokak çocuğu olduğumuzdan
eminiz artık.
Kanun Sokağı’nın tekrar alçalmasına ve ana caddelerin
seviyesine düşmesine yirmi-otuz metrelik bir “S” geçişi kalmışken kilisenin
duvarları sona erip şehrin “şimdiki” yani dökük duvarları başlıyor. Meskûn, ama
bir savaş sonrası gibi terk edilmiş, eski ama her an yeni bir belediye
kararıyla manzaranın içinde boy gösterebilecek kadar gizemli evler.
Ve Kanun Sokağı’nı İslambey Caddesi’ne bağlayan “L”
dönüşü... Kat ettiğimiz birkaç yüz metreyi hemen unutmamızı sağlayan pürüzsüz
bir düzlük. Bu düzlüğe zaman içinde muntazam olarak uyum sağlamış giriş katları
ve sokağa kadar bitişik nizamı bozmayan üçer katlı evler.
İslambey’e çıktığımızda, ikimizi aceleyle caddeye iten
rüzgarın esip kaybolduğunu anlıyoruz, çünkü o sırada Kanun Sokağı bütün
noktalarıyla ilk kez aklımızda yer etmeye başlıyor.
Bunu elimi tutan küçük parmakların, avucumu daha çok
sıkmasından anlıyorum.
Bugün ve bir zamanlar; mesire yeri, teferrüçgâh, sayfiye,
kutsal ziyaret yeri ve hac merkezi olarak bilinen ve gelinen Eyüp’ten uzakta,
kendi içinde bir labirent-sokak olan Kanun Sokağı, oğlumun küçük zaman
anlayışında büyük bir geçmiş olarak duruyor şimdi.
İstanbul’u henüz tam olarak kaplayamayan Can’ın
hafızasında en büyük evren Eyüp ve en uzun, tatlı yol Kanun Sokağı.
2001