sokak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sokak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Mayıs 2020 Pazar

Kanun Sokağı

Illustration of Street lamp set. Street lights retro collection. vector art, clipart and stock vectors. Image 31201885.


                                                    
Oğlum  Can’a...

Tahta Minare durağında otobüsten indiğimizde yağmur hafiften atıştırıyor. Pek acele etmeden yolun karşısına geçip bizi Eyüp’teki Kanun Sokağı’na götürecek olan Tahta Minare Bostan Sokağı’na giriyoruz. Bayıldım Çıkmazı hemen solumuzda görünüp kaybolurken avucumun içindeki minik elin hafifçe terlemiş olduğunu hissediyorum. Parmaklar serin havaya temas etmek için kımıldıyor.

Küçük beyaz parmaklar.

“Bak baba, bayır! En hızlı ben çıkarım!”

Hafifçe yükselen sokağın ortalarına doğru minik parmakları bırakıyorum. Düşen yağmur damlalarıyla birlikte ortalığa kesif bir kömür kokusu yayılıyor. Hemen yanımızdaki ilkokuldan küçük öğrenciler çıkıyor ve ıslanmamak için saçak altlarına doğru koşuşuyorlar.

Bayırın sonundaki cumbalı ahşap ev, oradan her “kestirme” geçişimizde, yolumuzu karanlık gövdesiyle uzatıyor. Kanun Sokağı’nı başlatan oldukça sarp toprak bayırın başına ulaşmak için bu evin ön cephesine yaklaşıp sola dönmek zorundayız.

Yer yer yarılmış asfaltın üzerindeki çatlaklar, tırmandıkça daha da belirginleşiyor ve sokağın dili haline geliyor adeta.

Ve solumuzda kalan, tepenin içine kısmen gömülmüş duvarlarıyla Meryem Ana Kilisesi.

Kapısında bizi bekleyen ağır sessizliği bozmak için hızlı hızlı küçük yumruklarla vuruyoruz kapıya.

Ama, içeriden yumruk seslerimizi işitenlerin -bir bekçi ya da bir iki görevli- gözünde birer küçük yaramaz sokak çocuğu olduğumuzdan eminiz artık.

Kanun Sokağı’nın tekrar alçalmasına ve ana caddelerin seviyesine düşmesine yirmi-otuz metrelik bir “S” geçişi kalmışken kilisenin duvarları sona erip şehrin “şimdiki” yani dökük duvarları başlıyor. Meskûn, ama bir savaş sonrası gibi terk edilmiş, eski ama her an yeni bir belediye kararıyla manzaranın içinde boy gösterebilecek kadar gizemli evler.

Ve Kanun Sokağı’nı İslambey Caddesi’ne bağlayan “L” dönüşü... Kat ettiğimiz birkaç yüz metreyi hemen unutmamızı sağlayan pürüzsüz bir düzlük. Bu düzlüğe zaman içinde muntazam olarak uyum sağlamış giriş katları ve sokağa kadar bitişik nizamı bozmayan üçer katlı evler.

İslambey’e çıktığımızda, ikimizi aceleyle caddeye iten rüzgarın esip kaybolduğunu anlıyoruz, çünkü o sırada Kanun Sokağı bütün noktalarıyla ilk kez aklımızda yer etmeye başlıyor.

Bunu elimi tutan küçük parmakların, avucumu daha çok sıkmasından anlıyorum.

Bugün ve bir zamanlar; mesire yeri, teferrüçgâh, sayfiye, kutsal ziyaret yeri ve hac merkezi olarak bilinen ve gelinen Eyüp’ten uzakta, kendi içinde bir labirent-sokak olan Kanun Sokağı, oğlumun küçük zaman anlayışında büyük bir geçmiş olarak duruyor şimdi.

İstanbul’u henüz tam olarak kaplayamayan Can’ın hafızasında en büyük evren Eyüp ve en uzun, tatlı yol Kanun Sokağı.

2001

İstanbul Sokakları - 101 yazardan 100 sokak kitabında yayınlandı, 2008. 

25 Aralık 2013 Çarşamba

sen bu yüzden mi sevmedin beni


Bir yatağım yok... Evim, pencerem, günışığım / geceyi bile ben kapatmıyorum üstüme / sen bu yüzden mi sevdin beni
.....
Çaresizlik dilini bilir misin / o dilsizken çok şey konuşur / ama ne söyler ne bildirir / acıdır gözettiği / sen bu yüzden mi sevdin beni
.....
Nasıl bir ağaç köklerine dokunmak istemez / bir gemi denizle sohbetin ötesine geçmek batmak nasıl ister / hiç yok demedim kendime hayatımda / var, yok'un en kolay tarifi / sen bu yüzden mi sevdin beni
.....
Mucizelere küsüyorum bazen affet / meleklerle de aram hiç yok / beyaz rengi hanidir çıkardım düş defterimden / ihtimal, seni hissediyorum sadece yağmur fırtına yerine yüzümde / sen bu yüzden mi sevmedin beni
.....
Beni senden çıkar ya da tuzu denizden sök at / dünyanın sonu sen başlamadan da gelir / eğer yürümüyorsak aynı.yıldızlar altında / o kadar karıştım ki kimimsin dediğim gerçeğe / sen bu yüzden mi görmedin beni



5 Haziran 2013 Çarşamba

Kim Bunlar?


Önce cisimlerini yerleştirdiler bazı isimleri kullanarak. İsimlerinin cisimleri bile yoktu. Ortalığa çıkamayacak kadar cahil ve korkaktılar.
Sonra ortada kimse kalmayınca hamamböcekleri gibi ortaya çıktılar. Başkanından kıçkanına kadar artık sadece onlar vardı.
Zemin beyaz ve temizdi. Ayaklarını silmeden onu da değiştirdiler.
Başkalarının kanıyla, özgürlüğüyle, haklarıyla yıkanıyorlar şimdi.
Utanmadan. Hiçbir şeyi hak etmeden. Her şeyi yıkmış, talan etmiş olmanın sarhoşluğunun alacakaranlığında hiçbir şey yapamamanın, beceriksiz, eksik ve yeteneksiz olmanın ezikliğiyle.

***

Memleketin bütün bayağı adamları bir araya geldi ve aynı anda konuşmaya başladılar.
Kendi aralarında kendi eksikliklerinin kural olacağı günleri, kötü yüzlerinin kral olacağı günlerden konuştular.

Kenarken merkez olmaktan konuştular. Çemberken, daire... Kul iken tanrı ve hiç iken her şey.
Görgü vardı. Ölçü vardı ve ayar. Hiza, istikamet ve duruş.
Bütün haritalar, kılavuz rehberler ve yasalar çalındı. Bütün koruyuculardan korundular, koyucu oldular.
Kuzey kriter, güney bayağılık; beyaz görgü ve siyah görgüsüzlük.... Memleketi kutuplaştırırken kutupları değiştirdiler.
Sakladılar bütün pusulaları. Diplomalar, ancak onlar satın aldıkları zaman kimlik belgesi oldu ve kimlikler de onlara çalışmadıkları zaman sadece mahkemelerde sorulduğunda okunabildi. İçlerinden birisinin bile memleketini, ailesini, okulunu bilmedik. Her yerdendiler ve hiçbir şeydiler.
Cevaplarından hoşlanmadıkları soruları kaldırdılar ve sadece istedikleri cevapları sorusuz ortaya koydular.

***

Kimse bilmiyor kim bunlar.
En başta kendileri.
Kim olduklarının sorulmasını yasakladılar. Kim olduklarını unuttular.
Ve hepimiz biliyoruz ki tarih onların çöplüğü bile değil artık.
Yoklar.

Bunlar "siz" değil.
Bunlar "onlar" bile olamazlar.
Bunlara 1923'ten beri biz dedik bizden bildik.
Meğer hep sızlanmışlar, siz'lenmişler. Kahır ağrısı gibi bilenmişler.

Bir şiir. Beş ay hapis ve 9 yıllık zulüm.
Hani eşitti azapla gazap? Hani kolun, gözün ayarı vardı?
Hiç ilgisi yok.
Bütün bunlar hep tuzaktı.

Bunları bilmedik, seslerini duymadık, gölgelerini görmedik.
Ve memleketim çok gördü kirlinin, adinin, çürüğün yalpasını.
Ve bir gün çıkaracağız emin olsunlar, kuşku duymasınlar
Kırar gibi yapıp arkamıza sakladığımız hak sopasını...

21.08.2011

26 Nisan 2013 Cuma

Hiç kimsenin yazamadığı herkesin okumak istediği


Hiç kimsenin yazamadığı herkesin okumak istediği şeyi bir gün yazabilirsem kendimi çok mutlu sayacağım. Şimdi sadece bu beni ilgilendirmiyor tabii, ne var ki eskiden hiçbir şey düşünmezdim, sadece bir ayna gibi bakardım olanlara. Hayatın madde tarafındaydım. Cismim ve kokum vardı. Duyularımla yüzüyordum, her şeyi hissedebiliyordum. Ta ki... Geçmişten gelip geleceğe giden ok, gövdemi ikiye ayırıncaya kadar.
Sonra ne okuyabildim ne de yazdıklarımı anlayabildim. Madde önce saydamlaşmış, sonra zerrelere ayrılarak buharlaşmıştı. Madde olarak kaybolmuştum ve ne katı ne sıvı, aradığım hiçbir halde kendimi bulamadım.
Bir gün geri dönecek olursam yolum yeniden bulabileyim diye arkamda aralıklarla bıraktığım kelimeleri aradım yol kenarlarında. Onları toplayıp geri dönüş yoluna yeniden baktım; seçmeye çalıştım altın sarısı başak tarlaları arasından geçmişimin kurtarıcılığına...

Hiç kimsenin yazamadığı herkesin okumak istediği şey yok aslında, bunu iyi biliyorum. Madde de ruhtan, manadan önce yoktu. Madde, mananın belki de zarı ya da tesadüfen bulunmuş bir hali. Anlamlarımızla yan yana durduğumuzda bütün evren bir biçim kazanıyor ve buna tayf diyoruz ya da ışık hızında bile yanılmadan sıralarını bekleyen söylenmemiş sözler zinciri.
Neden tutuklandım bilmiyorum, oysa geçmişime doğru, sırf gelecekten kurtulmak için bıraktığım kelimelerden anlamlı cümleler ve kararlar kurarken başımın döndüğünü en son hatırlıyorum ve uyandığımda ayaklarımda hatalarımdan bir pranga, en çok olmayı istediğim o kutlu kişiye nasıl erişebileceğime dair küçük bir kullanma kılavuzuyla bu odaya atılmışım, tüm hatırladığım bu...

Davacı olmadığı için mahkeme bir türlü yapılamıyordu. Derken elimdeki kılavuzun bütün yasaların kitabı, yargıcınsa rüyalarım olduğu tebliğ edildi bana. Suçsuz olduğumu ispatlamak için uyumalıydım ve bol rüya görmeliydim, duruşmaların hiçbirini kaçırmamak için. Yargıç elinde bir maddeyle mahkemenin bütün psişik duvarlarını dövüyor ama geçmişim bir türlü susmak bilmiyordu. Anlamıştım, bu adalet gecikecekti ve bir an önce bu durumdan kurtulmalıydım. Mahkeme duvarındaki kirli aynaya baktığımda aslında yıllardır yalancı bir tanık olduğumu gördüm ve bu bana cesaret verdi ve hemen oradan ayrıldım.

Caddeye çıktığımda nöbetçinin sesi giderek yükseldi: "Koğuş, kalk!"




13 Aralık 2011 Salı

Adamlar Yalnız Olmaz

Yalnız Adam Hastalıkları

1.

Martılara simit atma kuyruğundan geliyorum.
Hepsiyle de tanıştım kuyruktakilerin. Yalnız adamlar kimsesiz adamlar ve hiçbiri işsiz değil.

Balıkları doyurma köprülerine çıkamadım bugün. Yalnızdım hastaydım ve kimselere diyemiyordum.
Benim için benim adımla kurulmuş bu şehirden kovulduğumdan beri.

Birisi İstanbul mu dedi? Ve birisi bunu bir tedavi mi sandı? Vay o şerefsize alçağa!.. Bulmuş da paylaşmıyor boş şehri bizimle...

Arkadaşlarla gezmeyi, sokakları arşınlamayı bilmiyorum. Tanımamışım kimseyi. Bir yalnızlık bir ölüm. Sırdaşım ve soyadım. Bu yüzden saklıyorum herkesten sırlarımı, adımlarımı.

Martılara simit atma kuyruğunda kürek çekiyorum kürek çekiyorum. Herkes gitti ve bana bu denizi kucaklama mesaisi arta kaldı.