Türk Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Eylül 2021 Çarşamba

Şiir Herkes için midir?

 


Hulki Aktunç, “herkes şairdir, çünkü düş görür” derken şairliği ve şiiri ne denli zor bir konuma soktuğunun sanırım farkındaydı. Hem zor hem de üst... Herkesin el ve göz erimi dahilinde bir iş olarak Şiir, sıradan bir yeti olarak çoğunlukla buluşabiliyor. Oysa şiir, kendi varlığının zorunlu unsurlarını eylem olarak bir düş zemini kadar kaygan ve belirsiz alanda buluyor. Şiir okuma pratiğine katılan okuyucunun da hiç değilse bir şair profilinden çıkış alan ruhla davrandığını; şiir diline girerken aşağı yukarı aynı dilsel ve ruhsal çözülmeye, dalgınlığa tutulduğunu söyleyebiliriz. Bu çözülme ve dalgınlığın, sanatın bütün türlerinde, ancak farklı yoğunluklarda yaşandığını az çok biliyoruz. 

Gündelik yaşamın toplumsal, denetim, özdenetim ve tektipleşme gibi çekim noktalarında giderek ağırlaşması ve bunun olağan dili bir altdile (burada altdili, üstdilin karşı kutbu olarak kullanmıyorum) indirgemesi hiç kuşku yok ki şiirsel dildeki en olağan farklılığı bile bir yabancılaşmaya çeviriyor. “Irmağın karşı kıyısında oturanlar” için şiir dilinin gündelik dilden kopması (!?), şiirin halka yabancılaşması, şairlerin birtakım yüksek yapılarda ikamet etmesi işten bile değil... ancak bu da aşınma (gündelik dil) ve çözülme (şiir dili) arasındaki farkı bize vermiyor. İşte bu yüzden ortalarda bir yerde, “şiirin her zaman için, ta ilk kaynaklarından bugüne, hep bir üstdilde yazılmakta olduğu düşüncesi”nde buluşmak gerekiyor. Bunu açıklama ve anlamlandırma görevi elbette öncelikle şairlere, kuramcılara ve şiir eleştirmenlerine düşüyor.

Her ne olursa olsun, sürekli bir nabız alma gereksinimi içinde bugün ve her gün yanıtlanması gereken soru ve sorunları var şiirin; buna şiirin ontolojik yoklaması da diyebiliriz. Bu soru ve sorunlar şu ya da bu şekilde “ Şiir nedir? Şiir bugün ne anlama geliyor? Şiirin hangi hallerde bulunuyor?” gibi başlıklar altında cisimlendirilebilir. Bu sorular şiir evrenine ilişkin kuram, inceleme, araştırma ve eleştiri çalışmalarının ötesinde daha çok ‘deneme’ türünün alanına giriyor. Formül ve dar kalıplı tanımların bile iki yakasını birarada tutamadığı şiiri her Allahın günü nerde arayacağız peki? 

Özgürlük sözcüğünü sıralara, ağaçlara yazmayı şiir sayesinde söyleyebilen Eluard’ın şair hayatı, birçok ‘şair’  hayat adına bu soruya bir yanıt verebilir pekala. Ya da dünya tarihini kökten etkilemiş derin şiir başyapıtları...

Şiirin, görsel ve sinematografik dilin çağa egemen olmasıyla, ifade aracı olan yazıyı asla terketmeyişi - başka hangi araçtan yararlanabilir ki - onun birtakım bunalımları, belirsizlikleri, kargaşa ve şiddeti açıklama bedelini ödemesini gerektiriyor. Bu türde olgularla ilişkilerini sürekli olarak yenileyen şiir dilinin de bunalımlı, belirsiz, karmaşık hale gelişi hiç kuşkusuz kaçınılmazdır. 

Kameranın gözüyle gerçeklik çağında, birçok dilsel öge, gösterge ve anlamla birlikte çalışan şiirin kamerası ne olacaktır? Bu sorunun yanıtsız kalması ya da buna doyurucu bir yanıt verilememesi şiirin çağ karşısında yaşadığı bir eksilmeye işaret etmektedir. Eksilen şiir değil, onun çağın gerçekliklerini ifade güçlüğüdür. Bu her bakımdan kabul edilebilir bir şeydir. Peki çağın gerçekliklerini açıklama pahasına şiir araç mı değiştirmeli, doğasını karşısına alarak?...

Dünyanın yeni zamanlarında kameranın gözünden akan yansımalar aracılığıyla gerçeklik dilinin oluşmasını bir bakıma dünyanın gerçeklik evreninin şiirselleşmesi olarak da yorumlayabiliriz. Bu anlamıyla dünya ve hayat giderek şiirselleşmektedir. 

Gitgide daha çok yaşanan çözülmeler ve artan hayat dalgınlıkları yüzünden nasıl olsa günün birinde ‘her gün Şiir’ demek zorunda kalacağımızı birçoğumuz çok iyi biliyoruz aslında.

Bundan 23 sene önce yitirdiğimiz Fransız şiirinin son büyük isimlerinden Alain Bosquet’nin ‘Şair Üzerine’ adlı şiirinden şu bölümü keşke bütün şairlerin mezartaşı yazısı olarak okuyabilseydik:


“Unutmak için beni

  yüzümü fırtınaya sattılar

  ve sesimi ağustos ayının son pazarına.

  Şiirimi düzyazının ortasına gömecekler,

  bu toplu mezara.”





23 Şubat 2021 Salı

Bir Yıl Yağan Yağmur Kadar


Kim bu kadar deli olabilir?

20 yılı aşkın bir süredir çekmecende, hatta kolilerde, bodrumlarda sakla beklet ve hatta bunun hazzını kendine bile açıklayamayacak duruma gel. Ve sonra günün birinde bir itiraf gibi...

Kitabın sonunda şu tarihler yazıyor:

(29.08.1994 - 01.12.1995) 

KIRKLARELİ-ANKARA-İSTANBUL-GİRNE-GAZİMAĞUSA-LEFKOŞA

Bu aslında Türkçenin en büyük edebi dalgıcı Nâzım Hikmet ustanın  "Şairim / Bir yıl yağan yağmur kadar şiir yazdım" dizeleriyle başlayan ya da açılan büyük bir şiirsel helezonun içine gözüpekçe atılmaktan başka nedir ki?

Kendimi övmenin biyolojik bir yasak da olduğu bedenim ve ruhumdan ancak ve ancak ikinci bir tekil şahsın ardından kendimle en fazla alay edebilirim. Ancak kara mizah yoluyla kendimi sevebilirim. O yüzden kendimden bahsederken eleştirel gözlere ve duvarlara karşı her zaman son derece rahatım.

Bir Yıl Yağan Yağmur Kadar, Şiir'e yazılmış, şiirsel kaynak ve kökenlerime de selam duran, şiiri ve şairi "anlatan", kaynağında oğluma doğmadan önce ve doğduktan hemen sonra yazmaya başladığım ve o 20 yaşına geldiğinde açıklamayı planladığım "OĞLUMA ŞAİR OLURSA" şiirsel uzantısıyla aynı maddeden yapılmadır.

Sözü uzatmayayım. Bir Yıl Yağan Yağmur Kadar, 4383 sözcüklük, 26.224 vuruşluk tek bir şiir.

Artık modası geçmiş de olsa, bir dönem tüm  şairlerin anaakım bir uğraş gibi tek uğraşı haline getirdikleri, aslında hâlâ bir yanıyla vasat ve bayağı olarak da hissettiğim bu sapmış şiir kitabımı ne olursa olsun tarihin en karanlık sayfalarına kadar sunuyorum.




14 Ağustos 2020 Cuma

K a y ı p

 


Belki adını vermek istemezsin senin olsa da bu ada
Köpüklerinin beyazından kayba uğruyor her dalgası hafızanın tapınağında

Kayıpsın, kayıbım, gayb'ım ya da her ne gönül arızasıysa
Kalp ile Kayp karışır benim anladığım her aşkın çıplak dünyasında

Diyelim bir yere gitmişsindir, hiçbir haritada yazmıyordur adı
Ortasından yırtılır da aman vermez adına sen o yerde kaybolmadıkça

O halde neden gidiyorsun neden gidiyorsun uzaklara, geri gel
Diyenin, çağıranın bağıranın da mı yok bazı haritaların ardında

Bu boşluk ormanı elbet saklayacak kendini, söylemez ki her şeyin kılavuzu olduğunu
Saklıdır kimbilir hangi hayatta hangi şekilde hangi yakınlarda ve uzakta

Boş ver uzaklar sana gelsin, mesafelerin nedenlerini de sonuçlarını da arama
Varoldun çünkü kaybolmuştun, kayboldun çünkü çok şey bulmuştun: işte bu tek anahtar sana


15 Kasım 2019 Cuma

Bu Yaz



Geçen Yaz'a


Geçen yaz bana bir baktın ve şöyle dedin:
geçen yaz "bu yaz"dı, bu yaz niye "geçen yaz" değil?

sana göre ben anlamıyorum yazlardan, tatillerden
zamanı geçirmek tüketmek sana göre, bana göre altın sarraflığı

tozları sayamazsın, tozsuzluğu bilirsin, elinde bir kaz tüyü
avluda şakıyan araba tekerlekleri hep sonbaharı bekler

yaz gelirken ben yaza doğru yürüyorum, ondan bir yere varamıyoruz seninle
zamanımızı kazanmak diyorum ben, sen harcamak diyorsun

yaz, nefes gibi tüketilmez, yıllar geçer unutulmaz
yaz hatıraları terazinin öteki kefesidir hep, ne koyarsan hayat tartar

üstelik tatile de çıkmadık bir hayat boyu seninle
bir hayat boyu ve fazlası sevmeye ettiğimiz yeminle nereye gidebiliriz daha başka

kordonda duruyoruz, bak gemiler içimizden geçiyor
bu şehrin yaşanmamış bütün anıları senin bir nefesinde yaşanır

şehrine kendimi teslim ettim seni alabilmek için, şehrin yaz halini terk ettiğim gibi yıllar önce
bana, bu şehirde, yazın en sıcak günlerinde yıllar önce seni aradığımı sen öğrettin

seni buluncaya kadar sensizlik çektim, hiçbir gölge teselli etmedi
geçen yaz, sensiz geçen bütün yazların adıdır, seni aramaktır... hâlâ...


19 Nisan 2012, İstanbul


22 Ağustos 2019 Perşembe

Turgut Uyar: Güverteden Biri

Resim




Anmaların ve anma törenlerinin 'günü gelince' yapıldıklarına ilişkin kanılardan yola çıkan beşli, onlu, yirmi beşli, ellili ve yüzlü yıl çabalarının edebiyat tarihi ortamındaki vefa etkinliği tartışılmaz diye düşünüyorum.

Bu düşünce çerçevesinde zamana, miada bağımlı bir anma edimi de kuşkusuz anma biçimini belirliyor. Anma adından anlaşıldığı gibi inceleme, değerlendirme, eleştirme değil, 'günü gelince' saygıyla anımsama ve önemsemedir. İnceleme ve değerlendirmelerin 'günü' ve zorunluluğu olmadığı bir gerçek. Zorunlu olarak bir yazarın ardından gerekli araştırmalar ve incelemeler gelecektir.

Araştırma ve incelemelerin kapanması ya da yeni çalışmaların önünü açması için öncelikle elde, artık ilerlemeyen (bitmiş değil) bir yapıtın bulunması gerekir. İlerlemesi sayfada ve ciltte durmuş bir yapıt, hiç kuşku yok ki yazarın ölümünü gerekli kılar. Yine de araştırma ve inceleme çalışmalarının `ölüm'den bağımsız olduğu olması gerektiği vurgulanmalı.

Yapıtı durmuş kişi Turgut Uyar. Vesile: 10. ölüm yıldönümü iki yıl sonra 70. yaşı da kutlanabilir. (1927-1997). Bu, hepsinden önce, girişiyle bile, bir anmayı açıklama ve Turgut Uyar'ı anma yazısı.

Yazı tek bir şeyi değerlendirmeyi dikkate alıyor. Şaire, bugün bulunduğu yeri teslim etmek. Modern Türk şiirinin ince çeperli, seyrek ilmekli dokusunda onun örgü işçiliğinin ne anlama geldiğini söylemek.

Kaynaklarını büyük toplumsal ve siyasal değişmelerden sonra sürekli olarak sorgulayan (!) ve yataklarını sürekli oyan ve kurutan Türk şiirinde, ustanın yaşam olduğu, yaşamın, şimdiki ya da geçmiş yaşamın dikkate ve göze alındığı saptamasından çıkış alarak, Turgut Uyar şiirini okumanın yarı kuru bir bataklıkta ya da ince bir buz tabakasının üstünde yürümekle eşdeğer olduğu söylenebilir. Batma ve yürümenin sürekliliği arasında gidip gelmek ve gitmek kaygısının gerilimi, yani bir anlamda yatağın oturmamışlığı ya da suyun ara hali, Turgut Uyar'ın şiirini çok yönlü okumamızı engeller gibi görünüyor. Konumumuz ve koşullarımız içinde bu elbette bir yanılsama. İkinci Yeni'nin olanaklarından en iyi yararlanan şair olarak bakılıyor ona. Bu olanaklarla Türk şiirinde klişe olmayan bir yeni imkân tanıyor bize.

Değerlerden çok durumların, izlenimlerin, şahsın `o' halinin peşinde olma durumuyla Turgut Uyar, belki hâlâ İkinci Yeni'nin merkezinde, ama deneyim ve sonuçlarıyla, işlevsel bakımdan şiirinden de önemli bir yerde durması gerekiyor bugün. Ustalığa korkuyla bakışı, şairanelikten uzak kalışı son kitaplarında açıkça görülebilir. Turgut Uyar da zaten böyle söylemişti. Gel gelelim şiir tarihi o farkında ya da değil, özgül bir yeni Türkçe şiir sözdizimi ustalığını onun ellerine verdi. Şimdi aramızda bulunmadığı, azalan okuruyla da unutulmasına ramak kaldığı için değil; tarihin insafı ve bu insafın infazcıları böyle istediği için.

Toplandılar (1974) adlı şiir kitabının Güverteden Biri başlıklı şiirinde Uyar, şiire 'suyu araç diye kullanan gemiye yaklaşık olarak otuz bin kişi'nin bindiğini yazar, bir şeyi not eder ya da kendi başına not alır gibi.
Otuz bin sayılık bu yaklaşıklık, ikinci dizede hemen giderilmiştir. 'Ormanlar bölgesinden on bin, yağışlı topraklardan/sekiz/ve tuz göllerinden on beş bindi.' Herkesin tanıklığında `O'da biner gemiye. Yaklaşıklığın, otuz üç binlik açık bir toplama çıkışı Turgut Uyar'ın şiirlerinde görülen temel bir yarılmaya işaret eder.

Belirsizliğin yarılması demek olan bu olgu aynı zamanda onun şiirinde sık yinelenen bir gerilimdir. Modern şiirin de sırt vermesiyle, şiire, bir anlamda Turgut Uyar'ın yapıtının temel ekseni sayılan öykülü (narrati-ve) şiire girer girmez nesneler, kişiler, eşyalar ve onların `çabuk' izlenimleri, Türk şiirinde Turgut Uyar'a özgü bir şiirsel ifade ve hikâyenin kurucularıdırlar. Birçok Turgut Uyar şiirinin bir hikâye etme kaygısı, birçok da hikâyesi vardır. Son kitaplarında, şiirinde hikâyenin basıncını atlatan Uyar, Kayayı Delen Incir'in (1982) Basınç adlı şiirinde, boşalan 'basıncın üç boyutunu, ülke, durum ve ses olarak verir:

"bir ülke! denizden arınmış
bir durum! ölüm gibi
bir ses! uzunluk değerinde"

Bunaltı içindeki bireyin gözünü başkasının bunaltısına, öteki'ye çevirmede, evrimi en son aşamada bulunan cümleyi Turgut Uyar, yani 'o' söylemiştir:

"Ben hep sıkıntılıyım. Yani bir adamın canı sıkılır, o ben'im"

Cumartesi ve pazar günlerinin yorgun, izinli ve silahsız askerini, Can Yücel'in mirlivasını, 'kapısı penceresinden çok bir ak odada' aramak gelirse içimizden, bu da bir şiirdir ve Turgut Uyar'la hemzemin olmaktır o.

Turgut Uyar hep burada bir yerlerde dolaşır.

(1995, Cumhuriyet)

16 Şubat 2019 Cumartesi

OĞLUMA...




20. 01. 1996

tüm adları veriyorum sana
üstüne örtülenin buğday olduğu haberini
bu yüzden şimdi veriyorum çünkü adın yok daha
iki nokta arasındaki uzaklığı
sesli ile sessiz arasındaki açıklığı görmek uğruna
göz olabilecek bir ad için bütün adları

bilmek zorundasın
önceden hazırlanmış yaşam ve şiir yoktur
suyun
bulunmadığı zamanlarda açılmış bir kuyudan
düşen ufku,
senin gözlerinin seviyesinde
oturunca gök olan dörtgen kubbeyi veriyorum ad olarak


16. 02. 1996 (doğduğun gün)

şairler bu dünyadan yana olurlar
bir günde dört güneş ile örtünmeye hakları vardır
taş ve bulutla yıkanmaya

bu yüzden soluyorum senin şair gelişini
kolluyorum her yerde

her yere ayaklarını basıyorum
her yere ayaklarını koyuyorum


14. 03.1996

bugün şiir olan şeyler nedir
göz, gökyüzünü okuyunca nereye çıkmalı
ya bir kitabın yüksekliği nedir
yazılanların sonundan aşağı bakınca

henüz artıklarla yürüyen
bir sokak görüyorum
herkesin konuşmadığı, ağzında kalan artıklarla

“bitmiş olan bir şey varsa”
“yeniden yol almalı”
“yine akşam”
“ateşler içinde”
“yara izidir yaşam”
“bir sürünün ortasıdır gece”



4 Ağustos 2018 Cumartesi

Büyük Saat'in Son Çeyreği




"Artık çok geç, her zaman hep geç olacak." 

ALBERT CAMUS, Düşüş



Doğanın hayat bakımından ‘göçmüşlere’ eli açık davranmadığı iyi bilinir. Belleğimizin doğası içinde göçmüşlerin geride bıraktıklarına karşı yine de belli bir ‘eli açıklık’ bulunduğu iyiden iyiye gözlenir.

‘Toplandılar’ adlı kitap Turgut Uyar’ın ölümünden sonra geride bıraktığı şiir yapıtının yeniden yayımlanan biçiminin üçüncü ve belki de son kitabı. Bilindiği gibi Turgut Uyar’ın Toplu Şiirler’i sağlığında, ‘Dün Yok mu?’ adlı kitabı da eklenerek 1984 yılında ‘Büyük Saat’ adıyla yayımlanmış, bu kitap aynı yıl Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştı. ‘Büyük Saat’ zamanla tükendi ve yayıncısı, Turgut Uyar’ın şiir yapıtını ayrı bölümler halinde değerlendirerek yeni ekleme ve gözden geçirmelerle yeniden yayınlama kararını aldı. Bir bakıma yavaş ama sağlam yürüyen bu çabanın üçüncü dilimi olan ‘Toplandılar’, Turgut Uyar’ın bu kitaba adını veren ‘Toplandılar’(1974)ının yanı sıra ‘Her Pazartesi’(1968) adlı kitabını da kapsıyor. Demek ki Turgut Uyar’ın ‘Arz-ı Hal’ (1949), ‘Türkiyem’(1952) adlı kitapları - ki bu kitaplar ilk iki kitapta yoktu - dördüncü bir kitabın ya da sessizliğin konusu olacak.

‘Her Pazartesi’yi ya da ‘Toplandılar’ı gözden geçirmek; onların değerlerini ve derinliklerini ölçmek adına öncelikle şu söylenmelidir: Her iki kitap Turgut Uyar labirentinin iki köşesidir. Labirent çevriminin ülküselleştirilmiş anlamları olan yolunu yitirme, yeniden bulma, kaybolma gibi kavramlar, Yeni Türk Şiiri’nin bu iki kitap üzerine düşen - ya da bu kitapların Yeni Türk Şiiri’ndeki izdüşümlerinin - gölgelerini karşılamaktadır.

Turgut Uyar’ın neden bir labirenti var ve bu labirent şimdiye kadar neredeydi?


Burada biz daha çok labirentin tablo boyutuyla ilgilendiğimiz için, Turgut Uyar’a ve daha çok İkinci Yeni’ye kadar Türk Şiiri’nin ‘minyatürize edilmiş’ (küçültülmüş anlamından çok minyatürün ‘görüntüde’ kalan iki boyutluluğunun altını çiziyoruz) bir dilsel serüveni peşinden sürüklediğini belirtmek zorundayız. ‘Peşinden sürüklüyor’ ama arkasında bırakmıyordu. Bu da şiirimizin ‘minyatürize’ ve az boyutlu döneminden kalma bir takıntısı olmalı.

Türk okurlarına şimdiye değin okumak nasip olmadı ama ‘Yalnızlık Dolambacı’ (dolambaç ‘labirent’ sözcüğünü karşılamak üzere kullanılmıştır) adlı ölümsüz kitabına 1971 yılında eklediği bir yazıya Octavio Paz, ‘Labirentin Eleştirisi’ adını vermişti. Bu yazının sadece adından esinlenerek Turgut Uyar’ın labirentinin Türk şiirine getirilmiş ontolojik bir eleştiri olduğunu söylemek istiyoruz. Bu büyük (!?) sözün altında kalmamak için de bir katkı alıntısı yapmak zorundayız:

“Turgut Uyar ‘Dünyanın En Güzel Arabistanı’ ile birlikte Türk şiirinin en büyük dilsel serüvenlerinden birine başlamıştır. Bu deney İkinci Yeni’vari, içlerinde benim de bulunduğum genç tayfanın uyguladıkları gibi, dilsel deformasyona dayanmaz. Şiirin sözdizimi (sentaks), dilin sözdizimiyle birlikte, şiirden düzyazıya doğru kayar. Bu kaymanın açısı genişledikçe şiirin semantiği de genişler; ama bu genişleme hep bir açı düzlemi olarak kalır, kesinlikle düzyazıya koşut bir çizgiselliğe varmaz. Bu II. Turgut Uyar’ın oynadığı ve oyununu Tevrat’ın o olağanüstü ham Türkçe çevirisi başyapıttan öğrendiği müthiş dilsel kumardır. Onda dilsel ve anlamsal (semantik alan) imge, dil düzyazıya yaklaşırken yaralanmamakta, tam tersine, büyüyüp derinleşmektedir.” (Özdemir İnce, Turgut Uyar Aynanın Arkasındadır, Tabula Rasa, s. 114-121, Can Yy., 1992)

Alıntının uzunluğuna rağmen Özdemir İnce’nin adını bu iddianın altına yazmak istemiyoruz. Onun ilk iki kitabındaki ‘uyumlu’ şairle birinci; ‘Dünyanın En Güzel Arabistanı’ ile de ikinci Turgut Uyar’ı bulgulamasından esinlenerek ortaya çıkardığımız labirentin kalan iki köşesinde bize göre ‘Her Pazartesi’ ve ‘Toplandılar’ duruyor (labirentin köşeler geometrisi yine de ayrı yorumlara dayanan isim değişikliklerine açıktır). Az önce de dediğimiz gibi ‘labirent’ bu dört Turgut Uyar durumuyla Türk şiirine söylem estetiği bakımından bir açıklık sıçraması getirmektedir.

Türk şiirinin Garip’le başlayan uyumsuzlar ve sapmalar kervanında yolcuların ortak özelliği bir bahisten kaçınmak, onu yolun dışında - biraz da kendilerine yakın - kurmaktı. Turgut Uyar’ın şiiri bu kervanda her zaman bahsin içinde yer almıştır. Ama belki de bahsin sessizliği onun yapıtının oluşturduğu belli bir kesitin Türk şiiri adına uzun yolculuktan çok bir ‘kervansaray’ olarak algılanmasına yol açmıştır. Türk şiirinin ileriye doğru sıçramalarına açık duran iki Turgut Uyar kitabı ‘Her Pazartesi’ ve ‘Toplandılar’ Türk şiiri geleceğinin üç-beş anahtarından ikisidir. Bu da elbette Turgut Uyar’ın asla bilmediği, ama belki de bir zamanlar bıyık altından gülümseyerek belirttiği bir zenginlik, bir bilinç durumudur:

“Herkes bu sorunları konuşadursun. o sıralarda, yeni bir büyük şair bütün bu boşuna çabalara, uzaktan gülümsemekte olacak mutlak.” (Zincir (önsöz yerine), Bir Şiirden, Turgut Uyar, Ada Yy., 1983)



(Radikal 2, 1999)