şiirler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şiirler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Temmuz 2022 Pazar

20000 Gün'e Veda


19 Nisan 2022. Hayatımın 20.000nci günü. 

Bu sayı bundan sonra bir gezegense dünya saati hızıyla uzaklaşıyorum ondan geride 20 A bırakarak.


1. Abajur

Elli üç yaşımda bir abajurum oldu ilk kez. Ondan önce tavan aydınlatmalıydı yaşadığım salonlar. 70-80'den çok 30-40'lık ampulleri genelde tercih ederken o yarı-karanlıkta ampuller tarihe karıştı. Yağ kandilleri gibi. Şimdi doğada bile olmayan beyaz ışık hakim her yere. Geceye gündüze...

2. Afiş

Az çok yazılı olanı göstererek anlatmak daha zordur. Yazıdan daha hızlı eskir afişler. Hayatımın afişleri hiç görmediklerim, hiç yapılmamışlar oldu hep. Sinema afişlerini bundan ayrı tutuyorum. Onlar ki gösterilenidir görme şöleninin. Tüm afişsiz sinema yönetmenlerine buradan görüntülü selamlar.

3. Akrostiş

İlk harflerine baksana. Dikey de bak ve oku. Bu bulmacayla bulduğun şey bana vermediğindir, bunu anlaman için bu akrostiş. Sana doğrudan söyleseydim bana vermediklerini, söylediklerimi sadece yatay anlayacaktın. Ondandır, dikey söylüyorum ki vals, balo ve ağaçlar gibi dikey, duygusal, saygın bir aşk benimkisi, sana doğru. Devrilmeyecek hemen, ağaçlar gibi hep ayakta, sonsuza yakın ve bazen de dönmedolap gibi inmeli kalkmalı.

4. Aksesuar

Sen asla portmanto ya da vestiyer olamazdın. Sinema olamadın, tiyatro olamadın. Ve şimendifer ve otomobil. Lakin astılar seni, koydular seni. Bir tezgâh arkasına, üç ayaklı bir heyulanın üstüne bir pardösü ya da ceket olarak. Sen var ya sen bütün genel kullanılış malzemelerinin süsüydün. Film de olmadın, oyun da. Perdede siyah harflerle The End yazdığında beyaz zemin üstünde küçük bir rolün vardı genellikle. İstimin kinetik enerjiye dönüştüğü devirlerde küçük, yarı yanmış bir kömür parçasıydın tren gara her girdiğinde.

5. Akustik

Anıların şarkı söylüyor. Anımsamadıkların bir orkestranın tam ortası. Sevdiklerinin sesi çıkmıyor. Seni sevmeyenlerinin çağlayanını bir kutu kibritle söndürmeye çalışırken bir de kalkmış buna nezaket diyorsun. Biliyorsun ki nezaket senin en büyük yaran. Acılar denizinde kayıp bir ada aynı zamanda o da. Tüm iade edilmiş mektupların gibi.

6. Alarm

Ortada korkulacak bir şey yok. Ortada bir şey yok çünkü. Bu çanlar, bu ziller ve sirenler oradan geçen birkaç hayalet için çalıyor olabilir. Kuşku yüklü her zihne zili kopuk bir alarm düğmesi zimmetlendi. Alarmın çalacağını bilmek çalmasıyla eş anlamlı; sağır olduğunu bilmek duymakla eşdeğer... Sirenler, çanlar, alarm zilleri nedense çok uzun zamandır çalıyor. Bir tek duyanlara öğretilmemiş ne yapacakları. Duyamayanlarınsa hiçbir sesten haberi yok.

7. Alfabe

İkinci kez doğdum konuşmaya başlayınca. Yazmaya başlayınca ise kayboldum. Isı ve ışıkla yerimi bulabilirken bunca şey yazmak da nesi. Üstelik yazmak da değil yazar olmakla ilgili bir serüveni seçtim. Hiçbir şey olmakla, hiçbir şey olmamakla aynı anda ilgilenen bir durum. Bu nasıl mümkün olabiliyor? Kaybolduktan sonra başka olasılıklardan söz edilebilir mi? Kaybolmak bir seçim değildir bir zorunlu olasılıktır en iyi ihtimalle.

8. Alkol

Aklımda yeni bir yer açmanın girişi halinde ilk onu buldum anahtar olarak. Onun spirit haliyle de ilgilenen ilimler vardı ama ben doğrudan mayalanmalarla ilişki kurdum. Damıtım jeoloji ise maya coğrafyaydı. Yolculuk uzun sürdü sıvıların ruh dünyasında. Gidebileceğim kadar aynı yolda gittikten sonra bir kavşağa ulaştım ve bu kavşak sadece bir U-Dönüş'ten oluşuyordu. Başkaca seçenek yoktu. Aynı yoldan geri döneceğimi hesaplarken sayılar ters çevrildi, ben tersyüz oldum ve aklım nihayete erdi. Dönüşün cümbüşü içinde özellikle kendime dönüşü sonunda hak etmiştim, en zor yoldan ya da dönüş yolundan.

(9-20 / Devamı var)

15 Eylül 2021 Çarşamba

Şiir Herkes için midir?

 


Hulki Aktunç, “herkes şairdir, çünkü düş görür” derken şairliği ve şiiri ne denli zor bir konuma soktuğunun sanırım farkındaydı. Hem zor hem de üst... Herkesin el ve göz erimi dahilinde bir iş olarak Şiir, sıradan bir yeti olarak çoğunlukla buluşabiliyor. Oysa şiir, kendi varlığının zorunlu unsurlarını eylem olarak bir düş zemini kadar kaygan ve belirsiz alanda buluyor. Şiir okuma pratiğine katılan okuyucunun da hiç değilse bir şair profilinden çıkış alan ruhla davrandığını; şiir diline girerken aşağı yukarı aynı dilsel ve ruhsal çözülmeye, dalgınlığa tutulduğunu söyleyebiliriz. Bu çözülme ve dalgınlığın, sanatın bütün türlerinde, ancak farklı yoğunluklarda yaşandığını az çok biliyoruz. 

Gündelik yaşamın toplumsal, denetim, özdenetim ve tektipleşme gibi çekim noktalarında giderek ağırlaşması ve bunun olağan dili bir altdile (burada altdili, üstdilin karşı kutbu olarak kullanmıyorum) indirgemesi hiç kuşku yok ki şiirsel dildeki en olağan farklılığı bile bir yabancılaşmaya çeviriyor. “Irmağın karşı kıyısında oturanlar” için şiir dilinin gündelik dilden kopması (!?), şiirin halka yabancılaşması, şairlerin birtakım yüksek yapılarda ikamet etmesi işten bile değil... ancak bu da aşınma (gündelik dil) ve çözülme (şiir dili) arasındaki farkı bize vermiyor. İşte bu yüzden ortalarda bir yerde, “şiirin her zaman için, ta ilk kaynaklarından bugüne, hep bir üstdilde yazılmakta olduğu düşüncesi”nde buluşmak gerekiyor. Bunu açıklama ve anlamlandırma görevi elbette öncelikle şairlere, kuramcılara ve şiir eleştirmenlerine düşüyor.

Her ne olursa olsun, sürekli bir nabız alma gereksinimi içinde bugün ve her gün yanıtlanması gereken soru ve sorunları var şiirin; buna şiirin ontolojik yoklaması da diyebiliriz. Bu soru ve sorunlar şu ya da bu şekilde “ Şiir nedir? Şiir bugün ne anlama geliyor? Şiirin hangi hallerde bulunuyor?” gibi başlıklar altında cisimlendirilebilir. Bu sorular şiir evrenine ilişkin kuram, inceleme, araştırma ve eleştiri çalışmalarının ötesinde daha çok ‘deneme’ türünün alanına giriyor. Formül ve dar kalıplı tanımların bile iki yakasını birarada tutamadığı şiiri her Allahın günü nerde arayacağız peki? 

Özgürlük sözcüğünü sıralara, ağaçlara yazmayı şiir sayesinde söyleyebilen Eluard’ın şair hayatı, birçok ‘şair’  hayat adına bu soruya bir yanıt verebilir pekala. Ya da dünya tarihini kökten etkilemiş derin şiir başyapıtları...

Şiirin, görsel ve sinematografik dilin çağa egemen olmasıyla, ifade aracı olan yazıyı asla terketmeyişi - başka hangi araçtan yararlanabilir ki - onun birtakım bunalımları, belirsizlikleri, kargaşa ve şiddeti açıklama bedelini ödemesini gerektiriyor. Bu türde olgularla ilişkilerini sürekli olarak yenileyen şiir dilinin de bunalımlı, belirsiz, karmaşık hale gelişi hiç kuşkusuz kaçınılmazdır. 

Kameranın gözüyle gerçeklik çağında, birçok dilsel öge, gösterge ve anlamla birlikte çalışan şiirin kamerası ne olacaktır? Bu sorunun yanıtsız kalması ya da buna doyurucu bir yanıt verilememesi şiirin çağ karşısında yaşadığı bir eksilmeye işaret etmektedir. Eksilen şiir değil, onun çağın gerçekliklerini ifade güçlüğüdür. Bu her bakımdan kabul edilebilir bir şeydir. Peki çağın gerçekliklerini açıklama pahasına şiir araç mı değiştirmeli, doğasını karşısına alarak?...

Dünyanın yeni zamanlarında kameranın gözünden akan yansımalar aracılığıyla gerçeklik dilinin oluşmasını bir bakıma dünyanın gerçeklik evreninin şiirselleşmesi olarak da yorumlayabiliriz. Bu anlamıyla dünya ve hayat giderek şiirselleşmektedir. 

Gitgide daha çok yaşanan çözülmeler ve artan hayat dalgınlıkları yüzünden nasıl olsa günün birinde ‘her gün Şiir’ demek zorunda kalacağımızı birçoğumuz çok iyi biliyoruz aslında.

Bundan 23 sene önce yitirdiğimiz Fransız şiirinin son büyük isimlerinden Alain Bosquet’nin ‘Şair Üzerine’ adlı şiirinden şu bölümü keşke bütün şairlerin mezartaşı yazısı olarak okuyabilseydik:


“Unutmak için beni

  yüzümü fırtınaya sattılar

  ve sesimi ağustos ayının son pazarına.

  Şiirimi düzyazının ortasına gömecekler,

  bu toplu mezara.”





30 Nisan 2021 Cuma

Sana

Sana bir ad bulmalıyım
Adını çağırırken sana benden daha çok şey getirecek bir ad
Başını bu adla çevirmelisin bana ve baktığında
O ses beni anlatmalı, benim bilmediklerimi de anlatmalı
Olmadıklarımı da

Sana bir ses buldum
Çiçeklerin içinde ararken adının yerine
Bir vadiden geçirirken sana dair hatıralarımda
Geçmişin astarı olan bir ses ve geleceğin anlamı
Sen yaratıldın ve ben kayboldum bu anlamda

Adını çağırırken güneşe döndürmeyi seviyorum
Yüzümü… yüzüm yüzünle birleşince bir “ay” doğuyor
Yeryüzü kemiklerine kadar oynuyor sonrasında
Senden önceki yıllarımı da sen varmışçasına hatırlıyorum; gezindiğimi
Bir çember, bir ova ve bir dağın etrafında

İnanmalısın… Bir adam niçin vardır
Niçin ellerini boşaltır yağdığında yağmur
Ve ne bekliyordur iki kaşın ortasındaki hülyada
Tutar damlaları ona kavuşur gibi
Onu bulur hiç olmadığı dünde ve yaşamadığı yarında

Ben hiçbir şey söylemedim
Fakat sen anladın
Neredesin sensizliğimin ortasında
Kalbim neresinde bu hiç fısıldanmamış aşkın
Yoksun ama buradasın hep burada

Uyansam akşam olacak geç kalacağım
Gözlerimi kapatınca senden doğan güneşe
Gözlerinde ışıyan şafağın çiğ zerrelerindeki sonsuz damlaya
De ki susadım sen vardın ama ben yalnızdım, o zaman
Öpsem öpsem bitmeyecek dudaklarındaki rayiha

Eskilerde bir suyun başında nöbette
Henüz var olmamış günler bile gelip geçen günlerden daha mutluluk dolu
Senin büyüdüğünü görüyorum düne bakınca
Üstelik yanımda olmaktan daha fazlasın
Verilmiş bir söz buluyorum her sabah yatağımda

Sana bir ad bulmalıyım
Sesten hızlı, çağırmadan söylenen ve ölümsüz bir sıfat
Denizden gelen henüz doğmamış dalga sesi anlamında
Bütün hayatımı yaşamış ve hayatımdan sonrasını da kavrayan
Bu ad hep yankılansın ben sustuğumda

Yarına kalsın bütün sevişmelerimiz
Teninde yorulmak denizinde yıkanmak gibidir
Her nefesine bir çocuk adı adadığımda
Sesim çırçıplak yıkandığımız ırmaktan geçer
Kalbindeki adam olur, kurumuş dudaklarındaki vaha

Yoksun ve bunun bir yıldızı olmalı gökte
Başımı çevirdiğimde ben görmeden kayan bir yıldız
Sabahları penceremde gün ağarmadan parıldasın ya da
Senin ışığın getirsin senin yokluğunu işte böyle dayanabilirim ancak
Yokluğuna, aramızdaki zamana ve uzaklara

Vakit geçtikçe daha çok sende oluyorum
Bekledikçe daha fazla kayboluyorum sen olan gökyüzümde
Bulutlar kuş oluyor kuşlar açılmamış bir davet, sabaha
Kadar uyumadan sayıklıyorum varmışsın gibi
Koklamadan konuştuğum bir demet lavantada

Bana bir masal anlat dediğinde, yaşamanın
Anlamını söylerken gözlerindeki korkunun
Büyüdüğünü görüyorum sonra
Ellerinden tutuyorum ve bu anlamı verdiğin için
Binlerce kez teşekkür ediyorum sana

Sen hayatıma gelmeden önce hiçbir bahçede
Çiçek yoktu hiçbir şehirde kule
Ve bazı şüpheli meyveler ağaçlarda
Ağaç gövdelerine dolanmış bedenlerimiz
Günahtan arındıran bir dolambaçlı yatakta

Buraya gel demezdi hiçbir yol levhası
Buradayım derken bütün şehirler
Sorardım nerede başınla birlikte doğan ayla
Denizimizi görüyorum içinde kıyılara doğru çoğaldığımız denizi
Kuşkularımı yemin yapan gözlerine baktıkça

Hazzın en yüksek yerinden düşmek için söz vermedim
Arzularını büyütmek ve saklamak için de vaadim yok
Denizin en sıcak suyu olup ayaklarımı ıslatmadıkça
Sen adında bir rüzgâr tanımayacağım
Ve en heybetli dağ olarak duracağım karşında

2007

15 Kasım 2019 Cuma

Bu Yaz



Geçen Yaz'a


Geçen yaz bana bir baktın ve şöyle dedin:
geçen yaz "bu yaz"dı, bu yaz niye "geçen yaz" değil?

sana göre ben anlamıyorum yazlardan, tatillerden
zamanı geçirmek tüketmek sana göre, bana göre altın sarraflığı

tozları sayamazsın, tozsuzluğu bilirsin, elinde bir kaz tüyü
avluda şakıyan araba tekerlekleri hep sonbaharı bekler

yaz gelirken ben yaza doğru yürüyorum, ondan bir yere varamıyoruz seninle
zamanımızı kazanmak diyorum ben, sen harcamak diyorsun

yaz, nefes gibi tüketilmez, yıllar geçer unutulmaz
yaz hatıraları terazinin öteki kefesidir hep, ne koyarsan hayat tartar

üstelik tatile de çıkmadık bir hayat boyu seninle
bir hayat boyu ve fazlası sevmeye ettiğimiz yeminle nereye gidebiliriz daha başka

kordonda duruyoruz, bak gemiler içimizden geçiyor
bu şehrin yaşanmamış bütün anıları senin bir nefesinde yaşanır

şehrine kendimi teslim ettim seni alabilmek için, şehrin yaz halini terk ettiğim gibi yıllar önce
bana, bu şehirde, yazın en sıcak günlerinde yıllar önce seni aradığımı sen öğrettin

seni buluncaya kadar sensizlik çektim, hiçbir gölge teselli etmedi
geçen yaz, sensiz geçen bütün yazların adıdır, seni aramaktır... hâlâ...


19 Nisan 2012, İstanbul