19 Ocak 2012 Perşembe

Çocukluğumun kitabevleri...


1. Öğretmen Kitabevi

Gözümü bir kitabevinde açtım ben. Adı Öğretmen Kitabevi. Yer Milli Kuvvetler Caddesi, Balıkesir. Nüfus 7. Babam, annem, kardeşlerim ve ben...
Okul günleri öğlenciler dükkânı açardı ve sabahçılar onlardan öğle vakitleri devralırdı kitabevini.
Ailenin en genç ve son neferiydim Öğretmen Kitabevi'nde... Bir roman tadında geçen 2 senelik bu olgunluk çağı eğitimi, dükkânımız çeşitli nedenlerle kapansa da yıllarca kitap sergileri ve ev kütüphane yaşam hayatı olarak sürdü.
"Sizin hiç 30.000 kitapla birlikte yaşadığınız bir eviniz oldu mu?"
Bu soruyu sormadan yıllarca yaşadık... derken yatılı okul zamanları ve bütün kitaplardan ayrılış... Tatillerde devam etti kitaplarla bakışmalarımız.
Gün geçtikçe soluyorlardı ve gözlerimizi üzerlerinde daha çok arıyorlardı.
Çoğumuz bilmeyiz siler geçeriz ama tozlar kitapların gözyaşlarıdır.
Öğretmen Kitabevi'nde zaman nasıl akardı? Öğretmen Kitabevi'nde hayat nasıldı?
Kitaplar arasında zaman geçmez, bilinenin aksine. Kitapların kendi zamanları vardır. Yan yana durduklarına, konularına göre ayrıldıklarına bakmayın, aralarında çoğu zaman derin zaman uçurumları ya da büyük yakınlıklar vardır. Çok büyük bir filozofla bir çocuk kitabı kardeş bile olabilir. Zira o filozof çocukluğunda o kitabı kesinlikle okumuştur.
Nasıl filozof doğmuyorsak okur da doğmayız. Bedenimiz yüzünden çok şey olarak doğar ve bunları değiştiremeyiz. Hayatın içimizde oluşması doğumumuza rağmen yapabildiğimiz şeylerle ortaya çıkar. Yazar olunmaz doğulur belki ama okur doğulmaz, olunur.

Öğretmen Kitabevi'nde bizler hepimiz zamanın okurlarıydık. O devir farklı geçiyordu. Çok hızlıydı her şey. Tipografi, yani devrin matbaa ve basım tekniği olaylara yetişemiyordu. Her şey karışıktı. Herkesin kafası karışıktı. Yaşı vatandaşlığı tutmayanlar devrimci oluvermişlerdi. Herkes erken büyüdüğünü ispatlamak istiyordu. Bunu anlamak için sık sık ceplerindeki silaha ellerini dokunduruyorlardı ya da ellerinde fırça duvarlara yazı yazarak büyüdüklerini hissediyorlardı . Ülke liderleri henüz 40'larındaydı ve çok yaşlıydılar ve hepsi sonraları daha fazla yaşlanmadılar, bizlerle büyümeye devam ettiler. Ülke çok gençti, henüz bir şey yapılmamıştı. Büyük kurtuluşun üzerinden neredeyse 50 sene geçmişti ve taşlar yerine oturmamıştı daha. Savaş meydanlarında ölmekten başka bir şey deneyimlememişti gençlik. Meydanlardan meydanlara taşmak, kendi istediklerini yaşamak istiyorlardı.
Bu istekler kitaplara da yansıdı. Şiir, tiyatro ve siyaset kitapları her yeri sardı. Mesaj veren her kelam ve sayfa onlar için devinimdi. Hareketlenmişlerdi ve durmak istemiyorlardı.
Bizlerse çocuktuk ve bunu kabullenmiştik. Onlarla aramızda sadece kitaplar vardı. Asla okumadığımız yabancı siyasi liderlerin yazdıkları ideoloji kitaplarını onlara satarak çocukluğumuzu pekiştiriyor ve gıpta ile bakıyorduk o dev adamlara kadınlara. Oysa bizden 4-5 yaş büyüklerdi en fazla. Bıyıkları, sakalları, parkaları ve süssüz, makyajsız güzel yüzleri, siyah ya da sarı saçları vardı. Çocukları çok seviyorlardı. O zamandan bizi de "bilinçlendirmek" istiyorlardı ve onların fikirlerini taşıyan kitap ve dergileri sattığımız için bizlere baktıkça gözleri parlıyor, devrimlerinin geleceğini belki de bizde görüyorlardı.

3 yorum: