Sekiz gün oldu. Bir gün önce bir dünya kuruldu.
Yedi günde kurulmadı mı dünya?
Dirseklerim acıyor ve her şey çok gerçek.
Daha çok ağrı bekliyordum ve sahicilik.
Bileklerime vurunca rahatlıyorum. Duş beni daha da sinirli yapıyor. Parmak uçlarımndaki iğnelenmeler geçmeyecek gibi. Şekerden mi yoksa. Bu yaşta şeker hastalığı gibi pusu hastalıkları yoklamaya başlamış olmalı.
Testosteron seviyem çok düşmüş olmalı. Vücudumda kıl kalmadı. İnternette baktım. Birçok şey olabilirmiş bana. Fakat benim aklıma ilk gelen ilaç firmasının bir oyunu oldu. Vaktim olursa bu konuya girerim. Şimdi beynimden içeri bir el bombası daha atıldı internetteki yazılardan: Metabolik sendrom.
Ruhbilimumcu ilacı bırakırsanız bütün sıfatlar gider kaleminizden, demişti. O firmadan bir çeşit maaş aldığını biliyordum. O zaman daha çok inanmıştım ona.
Tamam işte. Gitsin bütün sıfatlar. Bitsin ismin anlamını değerini tarif tayin etmeler.
On senedir kafamda bir toz bulutu ile yaşıyordum.
Şimdi kaçıncı kez bir daha bitti bulutun ağırlığı.
Sıfatlarla ve tanımlarla ve benzetmelerle ve alegorilerle ve imgelerle ve ve... Ne çabuk unuttum birçok şeyi birdenbire. Susmak bilmeyen birisiydim önceden. Bir hafta önce...
Hepiniz sahte olduğunu şimdi anlıyorum. Bunu yarın yeniden toz bulutuna girmek zorunda kalırsam unutmamak için bunları yazıyorum. Bu yazdıklarımın peşine düşüp beni her türlü korku ve paranoyayla suçlayarak yeniden toz bulutuna mahkum etmek isteyebilirler. Yazdıklarımı saklamanın en iyi yolu onu herkesin gözü önünde yazmak.
Ne mi hissediyorum?
Hepiniz sahtesiniz. Bunun bir önemi yok. Aslınız kaybolmuş zaten. sahte, gerçek yerine kullanılıyor. Ben geri dönebildiğim için bunu söyleyebiliyorum. Ne yapayım tuzum kuru, kusura bakmayacaksınız.
Sıfatlar, beş duyunun örtülmesi amacıyla üretilmiş bir köz sanatı. İnsanın beynini közleyip onu kişisel grupsal amaçların kölesi haline getirmek bu sanatın gidebildiği en ileri nokta.
Kimse bilmez, bu duruma, yani sanatın kötü amaçlı kullanımına kara şiir demiştim ben yıllar önce. Bunu ne ilk ne de tek ben dedim. Herkes farkındaydı. O zamanlar toz bulutu yoktu. Ve bir tek çevremde ben rahatsız oluyordum.
Neden etrafıma baktığımda bir tane temiz şey göremiyorum?
Yoksa bir çöplükte mi yaşıyorum?
Sormadınız, ama söyleyeyim. Çok kirlisiniz. Hepinizden iğreniyorum. İğrenebildiğim için de kendimden nefret ediyorum. Global kazançları ve zenginliği körükleyen ve reklamların dürttüğü, demokrasinin kontrol ettiği zavallı tepkilerinizin öfkesi çok sahici görünüyor ve buna dayanıp bana kızıyorsunuz. Fakat o tepkiden başka neyiniz var? O sahte öfkeden başka...
Hepimiz ayrı bir toz bulutunun içinde... Bir miğfer gibi aynı savaşın içinde üstümüzde ve ayağımızın altında durmadan patlayan mayınların, bombaların altında korkmak bile bir tepki olamıyor.
Korkunun sahtesi olamaz. Kopyalanamayan tek tepkidir korku. Tepki değildir hatta, tek gerçek insani eylemdir o. Bu koskoca uçsuz bucaksız meçhul evrende ne bilebileceğini ne değiştirebileceğini sanıyorsun ki... Ve bu yıldızların karanlığın altından korkmaktan daha doğal ne olabilir ki?
Korku.
Her şeyden korkuyorum. Ölesiye korkuyorum gördüğüm yaşadığım her şeyden. Miğferlerin içine girmekten dışarı çıkamamaktan kapalı kalmaktan mahsur kalmaktan gidememekten dönememekten ölememekten ölmekten kötü şekilde ölmekten çok fena korkuyorum.
"Dolandırılmaktan, kaldırımda yürürken sarhoş ya da aşırı hızlı bir aşağılığın gelip arabasıyla çarpmasından, gece iş ya da sinema dönüşü pisliğin teki tarafından bıçaklanmaktan, âşık olursam sevilmemekten korkuyorum. İnsanların sinsiliklerinden, kötülük potansiyellerinden korkuyorum. Korkuyla büzüşüyorum. Yersiz olmayan bu korkular canımı kılıfından çekip çıkarıyor. Renksizleşiyorum belki de. Kendimi savunmak zorunda kalmak istemiyorum kimseye karşı. İnsanlar kötü ve ben onların yapabileceklerinden korkuyorum. Tanrı bile insanı insandan, kendine sığındırmamış mı? Tek başınayım." Birtakım korkular daha... Öyküler olmasa ne yapardık?
YanıtlaSil