Sahnedeki Hareketli
Cezaevi: Sinema
Soldan sağa afişleri okuyorum.
Mission Impossible: Ghost Protocol.
Sinema her zaman tehlikeli görevlere soyundu: Televizyonu yarattı, radyoyu görselleştirdi; otomobil ve uçaktan sonra en hareketli üçüncü kültür olarak hayatlarımızı cezaevine çevirdi.
Sinema üzerine karamsar düşünceler geliştirmenin hiç alemi yok; o zaten bunu sizin adınıza yapıyor. Şenliğin ortasında kitlelerin büyük lütfunu hoyratça harcıyor.
Hayatının bir anlamı yoksa, hayatın felsefesine soyunursun. Ve bunu bir anlam aradığın konusunda kendine yalan söyleyerek yaparsın.
Çok düşünmek mutluluk getirmez sana, mutlu olmayı çok düşünmek de bunu sağlamaz.
Verilmemişse bile bir sahne ararsın. Eğer kapatılmış hissedersen kendini, bir otorite.
Atmosferi değil mekânı solumaya başladığında her şey biter. Sahne karşısında oturma bağımlılığı içindesin. Dünya ve fizik kuralları yerine hapishane ve toplum kuralları başlar. Yanılıyorsun; hapishane toplumun zıddı değil bileşenidir.
Ve toplum sahneyi kutsallaştırır. Tek’i, bir’i önüne koyar. Ya tek ya hiç olacaksın. Hiçlikte sanal bir çoğunluk, çoğulluk vardır. Hiçlik iktidardır. Hiç homojendir. Bir olma yerine birbirine benzeme olasılıklarını zorluk çıkarmadan sana verir. Yaşadığın evren ile, yaşamadığın Evren arasındaki her türlü bağlantının sağırlaştığı bu hiçlik sana kaybolma korkunu kaybettirir. Aramaz sormazsın hiç olunca. Anlamın anlamı yoktur.
Koltuklar dolar, localar taşar. Biletçiler, yer göstericiler kalabalık arasında kaybolur ve tam o sırada sahne hareketlenir. Aynı röpertuvar başka binlerce yerde daha gösterilmelidir. Uyku bozulabilir. Hiçliğin foyası ortaya çıkabilir.
Tehlike anında salınan adrenalin kendini kopyadan öteye gidemez. Seni kapatan aklın bu kez senden korkması onun için hiç de iyi değildir.
Ve sahneyi perdeye indirgeyen keşif ânı çoğalır, yeniden her şey bir gişeye, klişelere kavuşur. Kapatılma kutsanır, senin zamanının nasıl ve hangi hikâyeyle geçeceğini bağıran afişler asılır: Bu akşam bu sinemada!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder