3 Aralık 2011 Cumartesi

Çöl Sıcağında

Çöl Sıcağında


Yaz biterken ensemde korkunç bir sıcaklık hissediyorum hâlâ. Takvimlerde biter görünen yaz’ın havalara bakıldığında sürdüğünü görmek geri yürümekle eş anlamlı.
Yazları eriyen asfaltlarda biriken tekerlek izleri, kışın fren izlerinden daha fazla... Dünyanın her yerinde yazları bir çöl sıcağı kol gezerken, eriyen asfaltlar sürücülerin nefeslerini de emerek yeri bir kez daha havalandırıyor ve akşamların serinliğinde evinde birasını yudumlayanların kapısına bırakıyor.
Amerika’nın kırık bir cümlesinde Jean Baudrillard “otoyolun ve uzaklığın  büyüsünü, çölde buz gibi soğuk  alkolü ve hızı yeniden keşfetmeli” diye yazıyor. Alkolün yarattığı hız ile otoyol üzerinde tüketilen hızın birbirlerinden ne farkı var.
Üzerinde yaşadığımız hiçbir şey –nesne, eşya, ev, yol, dağ- hareketsiz değil.
Her şey evrensel bir hız içinde dönüp duruyor. Her şey yer değiştiriyor.
Hele bir çöl sıcağında, ayak bileklerine biriken terlerin içinde durup kalınca bu daha iyi anlaşılıyor. Çünkü o anda insan hızı, yaşama direnci  ve mücadelesi duruyor; zamanın başına çökmüş olan aritmik düzen, hareketi soğutuyor. Ve çöl sıcağında soğuk bir biranın ilk yudumu gibi hareket ortaya çıkıyor, yalnız kalıyor ve otomobili bir hız ve hareket müzesi haline getiriyor.
Bir açık hava müzesi bu. Insanın değil, evrenin icadı olan hızı dünyanın her yerine götüren, seyredenin “seyredilen” olduğu hareketli bir müze.
Her müzenin içinde bulunan eşyaları yerinde tutan zamanın işaretleri şimdi birer yapıştırıcı maddeden ya da yer değiştirme nesnesinden oluşuyor.
Dünyayı anlamak için onun müzelerini ve kütüphanelerini gezmek yeterliydi bir zamanlar. Şimdi dünyanın kitapları ve anıtları, o bildiğimiz rafların ve anıtsal yapıların daha da yükseğinde ve derinlerinde. Dünyayı anlamak ve okumak için müze ve kütüphanelere gitmek yerine onları unutmak ve terk etmek yeterli.
Ama hareketin anıtsal bir özelliğe bu denli yakınlaşmasında etken olan unsur ne? Hele hele bir çöl sıcağında bir araba geçerken seyrettiğimiz “açık hava müzesinin” bize baktığını, ama aslında oradan Kristof Kolomb’un, Marco Polo’nun, hatta Ankona’lı Yakub’un da geçtiğini, onların bize hareketin içinden baktıklarını görebilir miyiz?
Çöl sıcakları buna izin verir mi?
Elbette çöl sıcağı ve hareket eden sıcak hava hareketin ve hızın bir müze olmasını engelleyemez. Çünkü bu iki terimin peşine takılanlar (seyahat tarihi, sanayi devrimi ve tekerleğin keşfi) gerçekte bizim peşimizdedir. Her şeyin devinim içinde olduğu bir dünyada unuttuğumuz bir ayrıntının peşinde kaybolmamız yerine hareket içinde olmanın çöl sıcağını takip etmemizi isterken tarihler, devrimler ve keşifler kitap raflarını iskeletlere ve anıtları mezarlıklara çeviren içgüdüye seslenmektedirler:
“Üzerinde yaşadığımız hiçbir şey hareketsiz değildir.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder