3 Aralık 2024 Salı

Gizli Yavaşlık


Yavaşlığın İnsanlık Durumu

“Sayın Bayım, doğduğumuz çağı seçmek bizim elimizde değildir. Ve hepimiz kameraların önünde yaşıyoruz. Bu durum artık insanlık durumunun bir parçası oldu. Savaştığımızda bile kameranın önünde savaşıyoruz.” Yavaşlık'ın 24. bölümü Vincent'ın dinlediği bu sözlerle devam ediyor.

Andre Malraux, “İnsanlık Durumu” adlı romanında devrimin insan ruhu üzerindeki psikolojik etkilerini incelemiş ve gözler önüne sermişti. Yavaşlık'ta ise Milan Kundera, hız devriminin insanlık üzerindeki etkilerini grafik olarak gözler önüne seriyordu. Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasındaki gizli ilişkiyi ortaya çıkarırken Kundera, dünyayı değiştirmenin tarihi için de yeni katkılar geliştiriyor:

“Dünyayı değiştirmek! Korkunç bir niyet! Dünya bu haliyle mükemmel olduğu için değil kuşkusuz, ama her değişiklik kaçınılmaz olarak kötüsünü yarattığı için.” Dünyayı değiştirmenin, “değişimlerin yarattığı kötülükler” yüzünden sapmalar gösterdiği bu kameralar yüzyılında içinde yaşadığımız sahnenin, geçtiğimiz asırda bir cadı kazanı, ondan önceki asırda bir iğneli fıçı, daha önceleri kan okyanusunda yol alan bir keşif gemisi, ondan da önce karanlık bir kuyu olduğunu nasıl unutabiliriz? Ya da nasıl oluyor da unutabiliyoruz?

Kameranın bize yakınlaştırdığı gözler kimlerin gözleri? Kameranın steril hale getirdiği, “yavaşlattığı” optik duyarlılık, keskin bakış açısı neden optik gerçeklikleri yerleştiriyor sahneye?

Sahne ne zamandır, “optik bir ayarın” yarattığı bir düzenlemeler düzlemi. İçine bırakıldığımız sahnede, anımsayabildiğimiz kadarıyla yavaşlıyor ve unuttuğumuz kadarıyla hızlanıyoruz.

Ve hareket sahamız, hızımızı umursamayan bir optik çalımla görüntülerimizi çalan, depolayan ve onları bizi yönetmek üzere “kusan” bir dev Kamera İmaratorluğu'nun sınırları içindeki küçük bir krallık. Hareketin krallığını ele geçirmek üzere yola çıkan imparatorluk askerleri ise “kameraman” görünümündeler.

Evde, sokakta, okulda, mabetlerde, otoyollarda, mahkemelerde ve televizyonlardaki insanlık durumlarının hızı arttıkça; kameralar çoğaldıkça ve olağanlaştıkça, sıradanlaştıkça, doğduğumuz çağı seçmek giderek daha da olanaksızlaşıyor.

Doğduğumuz çağı seçmiş olmak, o çağı yaratmaksa, bu edimi daha büyük bir hızla kameraların hızına terk ediyoruz.

Hız sadece otoyollara hapsoldukça, otoyollarda geçen zaman daha da kısalıyor ve gideceğimiz yere daha önce varma histerisini bir büyü olarak algılıyoruz.

Ve hareket hızın sarhoşluğuna indirgendikçe sahne daha da daralıyor ve insanlık oyunu çetrefilleşiyor. İnsanlık durumları zorlaşıyor.

Ve elimize yaşadığımız çağı seçme imkanı yerine simüle edilmiş kamera eskizleri tutuşturuluyor. Çoğalan kameralarla, değişen optik ayarlarla ulaşılacağı vaat edilen sahte bir gurur coğrafyasında, vardığımız yer, kaybettiğimiz yerlerden herhangi birine dönüşüyor.


Yavaşlıkla Randevu

“Yalvarırım dostum, mutlu ol. İçimdeki şu belirsiz duyguya göre, senin mutlu olma yeteneğine bağlı bizim biricik umudumuz.
Araba sisin içinde yitti, ben de yola çıktım.”

Milan Kundera'nın yaşamında ilk kez Fransızca olarak kaleme aldığı Yavaşlık adlı romanı bu kendi halindeki cümlelerle sona eriyor. Bir roman finali için her türden “yavaşlığı” ve kayıtsızlığı içeren son cümle, bu satırların yazarı için yine de gerçekten çok çarpıcı bir nesne yabancılaşmasını taşıyor: “Araba sisin içinde yitti, ben de yola çıktım.”

Yavaşlık çağın hızına göre basmakalıp “hızda” bir roman. Hatta edebiyat eleştirmeni Pierre Lepape'ın deyimiyle “ciddi bir roman değil, bir şaka”. Lepape‟a göre bu roman gevezeliğin can sıkıcı ciddiliğinde yitmekte olan hazzın gizini, haz aracılığıyla ve haz içinden yeniden bulmaya çalışan bir kitap.

Jean-Pierre Tison'a göre Kundera bu romanla Epikuros'un hazlarını otomobilin karşısına çıkarıyor.

Bize göre de Yavaşlık hızlı hızlı okunup yavaş yavaş hatırlanması gereken bir roman. Bu satırların yazarı da yıllardır bunu yapıyor.

Yavaşlık'ı ilk okuduğumda beni etkileyen ilk 12 bölümden sonrasını okumamış ve bir erken final havasıyla kitabı dinlenmeye bırakmıştım. Kitabı bitirmek için tekrar el attığımda, beni harekete geçiren itici gücün bir dosta karşı duyduğum gerçek bir mahcubiyetin sonrasında gerçekleştiğini acı bir şekilde hatırlıyorum. Neydi bu romana erken son havasını getiren şey? Ya da cümle, bölüm?...

11. bölümün sonlarında şimdilik sadece bir cümleyle özetleyebileceğim uzun bir bölümde şöyle yazıyordu Milan Kundera:

“Yavaşlığın derecesi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır.”

306 yılında Atina'ya yerleştikten sonra büyük bir üne kavuşan Yunanlı filozof Epikuros, birçok öğrencisini etrafında toplayacak okulunu kurduktan sonra, okulun bahçesine Kepos adını verdi ve etrafını çitle çevirdi. Bir söylentiye göre bahçenin kapısında şu yazı asılıydı:

“Yabancı, burada kendini çok iyi sezeceksin. Burada en yüce iyi olan haz vardır.”

Epikuros felsefesine göre haz, sürüp gitmesi istenen, boyuna kendisine yaklaşılmaya çalışılan bir duygudur. Acı ise istenmeyen, kaçınılan bir duygudur.

Hazzın bütün türleri iyidir, acınınkiler kötüdür. Ancak hazzın kalıcı olması gerekir. Bu da yetkin kişide bulunur. Geçici hazlar yetersiz, bilgisiz kimselerin eğilim duydukları duygulardır. Bunlar gövdeyle ilgilidir. Kalıcı hazlar ise bilgeliği, yetkinliği gerektirir. Bu tür hazların gövdeyle ilgisi yoktur. Bilge kişinin yöneldiği haz manevi dinginliktir (ataraxia).

Bir: Sisin içinde yitip gitme umudu...

İki: Beklenmeyen bir zaman ve yerde “yola çıkmadan” yakalanma korkusu...

Yukarıda sayılan iki kutup cümle 21. yüzyılın gelişini izleyen insanı etrafını çevreliyor. Bu çevrelemenin kibarlık içinde olduğu görülebilir. Nasıl olsa bunlar sadece sözlerdir. ve sözlerin soyut kalabalıkların hapishanesinden ötede sıkıntı vermediği bilinmektedir.

Ama umut ve korku arasında kalınca işler böyle olmuyor. Milan Kundera‟nın dostuna yalvararak, onu mutlu olma yeteneğine çağırmasının tek bir nedeni var: Umut. Yetenek körelince umut da aynı karanlık mahzene ayak basıyor.

“Sisin içinde yitip gitme umudu”, biriken ve yığılan soruların azalttığı bir insanın dinlenme, köşeye çekilme ve olup bitenleri izlemeye dair çığlığıdır.

Bir kelime olarak yavaşlık da hayatımıza sanıldığı gibi Hız'ın karşı kutbu olarak girmiyor. Haz maddelerinin ve unsurlarının el değiştirmeyi çok sevdiği 20. yüzyılda unutulan bir “şey”den ertelenen bir duygu, yavaşlık. İşin kötüsü ertelediğimizi unuttuğumuz bir randevu nesnesi.

Yavaşlıkla randevuyu hatırlamamıza yol açacak tek çağrı hazzın ta kendisidir.

Ve hazzı yakalayacak en hızlı araç da, en iyi ve uygun yolların üzerinde duran ve artık sadece bakan “yavaşlık”. Dünya hazları -gövdemizde ya da ruhumuzda- onların yanından geçerken onları görebileceğimiz bir yavaşlık hızında bizi bekliyor.


Gizli Yavaşlık

“Her şeyin anlatıldığı böylesine bir dünyada, hem çok kolayca kullanılabilecek, hem de en öldürücü silah her şeyi açığa vurma, dile düşürme silahıdır”

Milan Kundera, Yavaşlık'ın 3. bölümünde, 18. yüzyılı çok seven Vincent'a Choderlos de Laclos'nun “Tehlikeli İlişkiler” adlı romanından alıntılar yaparken yukardaki sözleri söylüyor.

Kundera'ya göre sanatıyla ahlaki yasakların sisinden hazları kurtaran 18. yüzyılda yayınlanan “Tehlikeli İlişkiler” bütün çağların en büyük romanı. Bunun nedeniyse, romanın hazcılık propagandası yapması değil, hazcılığı çözümlemesi...

Roman dışında çağını, zamanını ve dönemini anlamlandırmaya, ifade etmeye çalışan sanat ve zanaatların üzerinde dolaşan “hız” halesi, tıpkı “Tehlikeli İlişkiler”in haz için yaptığının tersine hızı çözümlemek yerine, hızın hazza terkedilmesi suçunu işleyerek -buna bir “kusursuz cinayet” de diyebiliriz- çözümlemeyi propagandaya indirgeyerek, amacını aşan tutumlar içinde görünüyorlar.

Bunun en büyük örneği yavaşlığın silinmeye çalışılması. Hızın bütün araçlarıyla sahnede olduğu bir dünyada yavaşlığın gizlenmesi, hızın daha da hızlanması anlamına gelir. Hızı sınırlarla belirleyecek olan, yavaşlığın ifşasıdır.

Bu da tam anlamıyla sözcüklerin işidir.

20. yüzyılın hazzı olan hızın propagandaya ihtiyacı olduğu söylenebilir mi? Hız sadece “modern” bir sözcükten çok daha farklı bir şeydir. Sadece modernlikle açıklanamaz.

İlerleme kavramından sadece bir yön duygusu çıkarma güdüsü içinde olmak hız propagandasından başka bir şey olamaz.

Romanın bir hazlar dönemi olan 18. yüzyıl için yaptığını günümüzün sanat ve zanaatlarından beklemenin ne kadar yerinde olduğunu söylemek için günümüzde dönem olarak adlandırılan süreçte etkin olan unsurun hız olduğunun altını çizmek ve hızın analizine girmek neredeyse yeterlidir. İşte Milan Kundera'nın “Yavaşlık” romanına sakladığı derslerden biri daha şudur:

Ağızdan çıkan her sözün sonsuza kadar duyulmasını olanaklı hale getiren roman sanatının merceğini hıza, dolayısıyla unutuşa çevirmek. Sadece hıza ve onun yüzeysel araçlarına sığınan ve odaklanan günümüz tutumlarının karşısında alternatif ve büyük bir tavırdır bu. Hız, köksüz ve yönsüz bir rüzgar değildir. Bir ağacı devirse bile hız, ağacın bağlı olduğu ve üzerine düştüğü toprağın bir türevidir.


(Otomobil, 2005)

 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder