7 Ekim 2018 Pazar

Her yangın gelir geçer yangın yeri kalır.



Sevgili Genç Yazar

Aynı yerde olduğunu bildiğim halde sana tavsiyelerimin giderek mektup halini alması, diyaloglarımızın uzaklaşmasından kaynaklanıyor mudur sence?
Sen yaşadıkça, bildikçe, öğrendikçe ve unuttukça belleğin salt bir amaca doğru kaçınılmaz olarak ilerliyor ki çok tehlikeli buluyorum bu durumu:
Hatırlamak.

Aramızdaki fiziksel mesafe, yani daktilomuz, yazı aracımız zihinsel mesafemizin açılmasına engel olamıyor. Bir türlü kendimi bu akıştan koparamıyorum.
Ne yapalım? Konuşmayalım, anlaşmayalım mı?
Aslında birbirimize hiç ihtiyacımız yok. Zaman zaman monologa düşen diyalogumuzun da ne bizi okuyanlara ne de bütün okurlara bir yararı yok.
Sana kendin için bile hiçbir şey beklememeni öneriyorum bu yaptıklarımızdan.

Sana arada önemli bulduğum anekdotlardan birini anlatmayı çok istiyorum.
Hangisiyle başlayacağıma karara veremeyişim yüzünden buna bir türlü başlayabilmiş değilim.
Sana başlangıçlar hakkında uzun söylevler verebilirim: Başlangıcın doğurganlığı, her şeyi belirleme gücü, artık geridönülmezliğiyle hepimizin üzerinde sadece noktaları birleştirerek ilerlediğimiz bir yola mahkum etmesi...
Daha birçok şey sayabilirim başlangıç hakkında.

Bir keresinde şair Rilke'nin genç bir şaire yazdığı mektuplarında bulduğum mesafeli samimiyeti ne denli kıskandığımı, böyle mektuplar almış olmamın hayatımdaki kaçınılmaz derin etkilerine duyduğum açlığın beni ne kadar çok tutkulu yapacağını düşündüğümü hatırlıyorum.
Rilke o mektuplara belki de hiç başlamadı. Genç şairse belki hiç olmadı. Bazen senin de gerçekten var olup olmadığını düşünmüyor değilim.
Yoksa bu yaptığım geç kalmış bir öykünme mi?

Hayatımda o mektupların etkilerini çok aradım. O arayışa tutku dedim.
Tutkularımın bitmesinden asla ve asla korkmadım. Onlar ne birer ateş ne de her gün bir yaprağı sökülen birer takvimdi.
Tutkular zamanı göstermez; zamanı görmemizi sağlar. Onca derinlik içinde neyle karşılaştığımızı belirlememize yol açar. Biz istedikçe düşündüklerimiz, arzu ettiklerimiz bir heykel sergisi gibi önümüze çıkarlar. Sadece onların sırasını bilmeyişimize rastlantı diyoruz.
O kadar.

Günün birinde seninle karşılaşacağımızı çok iyi biliyorum, ama seni henüz tanımıyorum. Bu belki asla gerçekleşmeyecek. En az senin kadar ben de bir kurgu olabilirim ya da tersi. Buna şaşırmak ya da birdenbire kabullenmek yerine bu diyaloğun ya da söyleşinin hiç geçmemesini, akılda kalacak izleri bulunmamasını diliyorum.

Genç olduğunu unutman gerektiği kadar sanan söylenenleri de unutmak zorundasın. Yoksa kişisel tarihin başlamadan sönebilir. Sana yangınında kurtulmamanı salık veriyorum. En azından kazazede olmanı; fikirlerin anlamlara diz çöktürmemesini sağlamanı; kendi yangınında imdat çağrılarını bir yana bırakıp olgunlaşmaya odaklanmanı.

Her yangın gelir geçer yangın yeri kalır. Belki de tiyatronun alanına giriyoruz böyle demekle. Hayat tiyatro mu? Hiç sanmam. Hayat daha çok yazılışı bitmeyecek ve asla oynanmayacak bir oyun. Aklımız da hep o oyunda. Bir türlü perdeler ile sahne bir araya gelemiyor. Sözlerle gerdiğimiz bir perdenin canlı gölgeleri olmak için yalan da söylemek zorunda kalıyoruz çoğunlukla.

Sana söylemekten, seninle konuşmaktan uzakta kaldığımı sanmıyorum. Koordinatlarımız öyle yazmasa da konuştukça noktaların ortaya çıktığını, onları birleştiren ağ hareketlerinin donuklaşarak bir karar verdiklerini, sonra da unutarak tekrar ve tekrar aynı soruyu sorduklarını görüyorum: Neredeyim?



1 yorum: