31 Aralık 2017 Pazar

Kumdan Kalenin Kalecisi


Oğlu ile amcasının kumsalda kumdan kale yapmalarını gülümseyerek izlerken aklına iki kumdan tümsek geldi.
Çıplak çocuk ayaklarıyla inşa edilmiş, yaklaşık iki çocuk boyunda bir kalenin arada sık sık bozulacağı düşünülerek özensizce yapılmış bir arsa futbolu kalesiydi bu.
O bölge geçmişte genellikle bataklıktı. Deniz zamanla çekilince toprak hazırlıksız yakalanmış ve kendini tamamen kumlara teslim etmişti.
Ama bu arsa efsunlanmış gibiydi. Etrafında yıllar yılı gelişen onca inşaat ve turizm hareketine rağmen arsaya pek dokunulmamıştı. Ya devlete ait bir kamu arsası ya da varislerinin bile uğramadığı pek önemsenmeyen bir özel taşınmaz mülktü burası. Etrafı, ne bitişikteki Mocamp gibi telörgüyle çevrilmiş ne de karşı kalenin hemen arkasındaki pansiyon bahçesi duvarı gibi hürmetsizce yükseltilmemişti. Şurası kesindi ki belki de bu sayfiye kasabasının son futbol arsalarından birisi olmaya namzetti burası.
Ayakları çıplak olan çocuk iki kumdan direğin tam ortasına gelip hem kale genişliğini hem de direklerin yirmi santimi bile geçmeyen ama havaya doğru hayali olarak çekilmiş çizgilere yol açan kumul cüsselerini kontrol etti. Ne kramponu, spor ayakkabısı ne de eldivenleri vardı. Bu yaz sıcağında akşamın alacakaranlığına doğru havanın biraz serinlemesi ve meltemin bile esmesi onda bir kaleci kazağı kadar etki yaratacağı kesindi.
Derken beklediği oldu. Güneşin o akşam üzeri sanki daha erken batacak gibi acelesi vardı ve akşam meltemi de bunu onaylamak için esmeye başlamıştı.
Kumdan kalenin tam ortasındaki çocuk büyük ve gerçek bir kale hayal etti. Bir gün bu arsa sahaları yerini tribünlü çim sahalara -toprak bile olurdu- bırakacaktı. Futbolu çok seviyordu. Futbol olmasa arkadaşlarını bile göremeyecekti neredeyse; belki de hiç arkadaşı olmayacaktı. Özellikle yazları okul arkadaşları hepsi bir yerlere gider ortalıkta görünmezlerdi. Ama futbolun coşkusuyla tatil günlerinde vücutları ve ruhları kıpırtıyla kıvranan çocuklar nerden geldiği belli olmayan sevecen bir tanıdıklıkla, bütün çocukların gözlerinde aynı ışıltılara, yüzlerinde gülümsemelere yol açardı. Top kimindi, nereden gelirdi bilinmez. Top oynamak isteği olunca o mutlaka ortaya çıkardı. Ya aralarında para toplarlar ve bir bakkalın kapısını çalarlardı ya da okuldan bir arkadaşın yazlık bahçesinde unutulmuş bir meşin yuvarlağa eller tutkuyla uzanırdı.
Hayalindeki kalede yan ve üst direkler camdandı. En gözüpek şekilde direklere doğru gelen toplara uzanabilir, pamuk yumuşaklığındaki bu şeffaf kale bedenlerine kardeşçe dokunabilirdi. Hayal de olsa direkler ona cesaret vermenin dışında haksız durumlar yaratmaksızın kendi işlerini düzgünce yaparlardı. Çünkü onun direkleriydi onlar; onun dürüstlük ve hak anlayışının, doğruluk sevgisinin direkleri.
Gözü nedense sahanın içine kaydı. Havanın kararmaya başladığını fark etti. Çok parlak olmasa da birazdan yol lambaları kendiliğinden yanacaktı.
O gün havanın çok sıcak olacağını  biliyorlardı ve gece maçına karar kılmışlardı arkadaşlarıyla; ama nedense çocuk bunu unutmuş gibi kendini daha erken kum sahaya gelmeye ikna etmişti. Vakti vardı, üstelik yapacak başka hiçbir şeyi de yoktu.
Biraz daha soğuyan kale zeminindeki kum tabakası ayak parmaklarına daha serin geliyordu şimdi.
Kumu kazmaya başladı farkına varmadan. Kazdıkça serin ve nemli tabakaya ulaştı. Sonra elleriyle kale duvarları yapmaya başladı.
Az ileriden oğlunun sesi geliyordu:

-Baba, babacım. Bizim kalemiz bitti. Hadi seninle de bir kale yapalım...

1 yorum:

  1. Çocukluk ayrı bir dünya... Çok güzel bir anlatım. Duygulandım.

    YanıtlaSil