Bir yerde kitaplar yakılmaya başlamışsa
nihayetinde insanlar da yakılmaya başlanacaktır.
Heinrich Heine (1797-1856) Musevi kökenli Alman şairi
Amerikalı yazar Ray Bradbury'nin Fahrenheit 451 (1951) romanının yarattığı etkiler, edebiyatın gücünün de ötesinde günümüze kadar gelen birçok sosyo-kültürel tespit, kavram ve zihinsel deneyime yol açtı. Roman her bakımdan talihliydi de. Ünlü Fransız sinemacı, yeni-dalgacı François Truffaut sinema için bu romana el attığında F 451, G. Orwell'ın distopik 1984 romanıyla birlikte bir tiyatro oyununa çoktan dahil olmuştu bile. F 451 talihin garip cilvesi tam da 1984 yılında yeni bir yazılım şirketi olan Trillium ile aynı adı taşıyan bir bilgisayar oyunu için uyarlandı. Tabii ki Amerikalı siyasi aktivist ve sinemacı Micheal Moore'un Fahrenheit 9/11 belgeselini çekmesine kadar (2004) F 451 okurlarının ve okumanın da çok ötesinde kitap kültürünün en bilinen, en eleştirel ve aksiyomatik olgusu olmanın içini tamamen doldurmuştur.
Kitap yakmak. Bu sıkıcı eylemin tarihini ve krimonolojisini düşündükçe kitabın nasıl doğduğuna olan merakım giderek daha da artıyor. Bu da beni insanın dünyadaki düşünme, anlamaya dair kültürüne olan ilgimi fazlasıyla pekiştiriyor. Kitap yakmak daha büyük bir ölüm değil mi? Yakan ve yakılan için. Kitap yakıcı ya da F451'deki fütüristik itfaiyeciler, 10 Mayıs 1933'de, ilkin Berlin'de, Hitler iktidara gelir gelmez başlayan ve Almanya'nın üniversite kentlerine hızla yayılan kitap yakma eylemlerini basit bir alaylı/mektepli karşılaşmasına indirgeyebilir miyiz? Ya da yeryüzündeki tüm alet kullanan canlıların düşünsel açıdan bıçakla ortadan ayrılmış gibi iki ayrı paleo-antropolojik ve nörolojik cepheye ayrıldıklarına inanabilir miyiz gerçekten?
"Ben Thomas Mann, Maria Remarque, Erich Kästner´in yazdıklarını ateşe veriyorum."
Mayıs 1933'te Almanya'da bu olayları organize edenler, kitap yakmayı bir sembolik hareket olarak görerek bu sözlerle eylemlerini başlatıyorlardı. "Eski çağlarda olduğu gibi, ateşe temizleyici ya da hastalıktan arındıran bir güç olarak bakıldığından, kitap yakma olayında, nefret edilen Weimar Cumhuriyeti'nden kalan eserleri ve düşünüşleri ateş içerisinde yok etme amacı vardı." (1) Nazi propaganda bakanı Joseph Goebbels´in "Almanya´da toplumun iç ve dıştan temizlenmesi" sözlerinin yol açtığı bu eylemlere karşı Almanya´da hemen hemen hiç kimseden bir karşılık gelmiyordu. "Kitapçılar ve yayınevleri fırsatçı davranıyor, eğitimi yüksek olan halk, o dönemin gerçek karakterini ve politik durumunu gözardı ediyordu. Bunu üniversite öğrencilerinin yaptığı bir şaka olarak görüyordu. Yurtdışından gelen tepkiler de farksızdı. Çoğu bunu eğlenceli, üniversitelilerin işgüzarlığı olarak görüyordu." Bu tepkiler sanırız günümüzde de eşit ve benzeri karşılıkları olmasa da başka sosyo-kültürel nefret söylemler ve sosyo-mediolojik linçlerle kendini gösteriyor. Bu şiddetlerin gerçek aktörleri sanırız kütüphanelerin yerlerini ya da varlıklarını bilselerdi kitap yakma adına sonuç Almanya'dan farklı olmazdı.
Hitler döneminden çok önce doğmuş, eserlerini vermiş ve Alman kültürünü, edebiyatını tarihi içinde ötelere taşımış Musevi kökenli ünlü şair Heinrich Heine'nin "Bir yerde kitaplar yakılmaya başlamışsa nihayetinde insanlar da yakılmaya başlanacaktır." sözü şairlerin kâhin yönlerini bir kez daha ortaya koyuyor. Yazarların hâlâ açıklanması ve anlaşılması zor üslup ve içerik tercihlerinde elbette fizik koşulları ölçüsünde kalan olağan bir dil eyleminin sonuçlarını aramak yararsız olurdu. Kitap yakmakta bir cadı avı aramak da bu çaba kadar boşuna olur. Peki nedir kitap yakıcılarının eylemini, belirgin bir itaatkârın şuursuzluğunun ötesinde diğerlerinden ayıran neden? Sembol olmanın ötesinde kitapların dünyayı ve insanı getirdiği aşamaların akışını bu hiper-sembolik şiddet tutumuyla cezalandırmak ya da durdurmak bu şiddetsever sosyal karakter tipine ne gibi avantajlar verecek? Ya bu eylemler karşısında susanları ne yapmadıkları için suçlayabiliriz?
Kitap yakmak, çok açıkça görülüyor ki bu eylemin sorumlularınca, o ya da bu katakulliyle yeni devralınmış bir yönetimi otoriter ve totaliter bir rejime zorlamanın ani telaşıyla, en hızlı şekilde kültürel sınıfların üzerinde beklenen baskıyı yaratmanın önemli bir sembolik aracı gerçekte. Bu açıdan tarih içinde kitap yakmak en az bir uygarlığı yok etmek kadar değer taşıyor. Sırasıyla dünyanın ateşle eylem sınavında, rakibinin ya da düşmanının kültürel sınıf tedirginliğini artırıcı önemli bir silah. Fikirlerin çatışması ve tartışma kültürüyle yoğrulmuş, ilerleme ve modernliği seçmiş, yaşamına aktarmış, sonraki kuşaklara da kültürün ucunu açık bırakmış olan kuşaklara haddini bildiren bu ateşli eylem, dogmatik ilkel aklın ürettiği en "yaratıcı" marifet. Neden? Çünkü kitaplar yanabilir. Niye? Çünkü binlerce yılda milyonlarca masumu yaktılar, kitapları mı yakamayacaklar. Niçin? Çünkü bu işler böyle. Kendini asgari savunmaya almadan bilimdi felsefeydi kültürdü yok öyle. Kırılgan ve zayıf olmayacaksın. Kaleme ateşle karşılık tabii ki verilebilir. Ne sanmıştın? Türler arasında herhangi bir vicdanı ahlaki geçiş olduğunu mu? İnsan türleri olmadığını mı? Dünyanın okumuşlara, alimlere mi kalacağını? Cehaletin, kopukluğun, meraksızlığın, tinsel sömürünün ve insanın geleceğine dair büyük ilgisizliğin de şaşılası övünülesi kimlik göstergeleri olmadıklarını mı?
Kafanı o kitaplardan kaldırıp başka bir şeyle, mesela öteki karşı-tür ile, hiçbir şey olmadığı ve bilmediği halde, sadece canlı olduğu nefes aldığı ve ne olduğunu bilmediği için de hayranlık ve beğeni ilişkisi kurmaman yüzünden takındığın kibrin, o kitaplarının yakılarak cezalandırılacağını hâlâ anlamadın mı?
İtalyan devletinin 18 yaşına basan herkese kitap almak ve sanat etkinliklerini izlemek kaydıyla 500 € verdiğini yakın zamanda öğrendiğimden ve daha birçok şeyden beri kitapların daha yazılmadan yakıldığını düşündüğüm bir dilde yazmanın yanmak olduğunu da artık çok iyi biliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder