1.
Oğlumun kolaj ödevini birlikte yaparken ona yardım etmek yerine yıllar önce gene koca bir çocukken eğlenmek için uğraştığım bir meşgaleyi tekrarladım. Bu kolajı yaparken makasın ve yapıştırıcının kamuflaj elbise ve botlar gibi birbirinden ayrılmazlığı bellekle ölümü hatırlattı bana.
Önce bellekte ölüyoruz, sonra onu bekliyoruz. Bunun gibi aşk da aynı etkide bizi sınıyor. Önce öldürüyor –iyi anlamda- sonra kalanlardan (kesik nefes, ölgün gözler, dermansız bacaklar ve hep çekilen burun) bir sanat eseri yaratmaya çalışıyor.
Geriye kalanlar; geride kalanların birleştirmeye çalıştığı “kalanlar” sanatın ölü yanında bir ayçiçeği gibi duran, henüz bozulmamış, açılmamış bir enginlik. Açılmamış zarf gibi duran her bellekte oluşan heyecan önce şunu gizler: Birisini unuttuğumuzda bellek, kapalı bir eylem yerine getirir… İki ayrı deniz seviyesinin ortasında gemileri taşıyan ve onlara diğer denizi açan kanal kapakları gibi bellek her yeni kişide başka bir yoğunluk, tuz, bitki örtüsü ve coğrafi karmaşıklık… Yeni kulaçlarla ve bedenle yüzerken bu bilgilerin en egzotik kokuda sadece toplanması yeniliğe karşı verilen ilk tepkiyle kendini bulur: Bayılma.
Yeniler bayıltır, kendinden geçirir.
2.
Onunla ilk karşılaştığımızda G harfinin çepeçevre sardığı bir galeride 2 harf daha bir araya geliyordu: A ve B. A oydu, B ise kaçtığım bütün harflerden oluşan ben.
Beklemenin B’si
Onu beklerken onu beklemiyordum aslında. Kendimi bile bilmiyordum. Kaderin atlıları -bütün dünya edebiyatında bu ordudan geçilmez- galeriyi boydan boya geçiyordu ve nal izleri yerine şarap bardaklarını sayıyorduk. Her yudumda unutuyorduk, aslında hiçbir yere gitmiyoruz. Onu beklemekten başka hiçbir yere…
Ben’in B’si
André Breton Nadja adlı kitabında, yıllar önce kaleme aldığı Ayçiçeği adlı bir şiirinde sözünü ettiği kadınla yıllar sonra gerçek hayatta karşılaştığını anlatır. Paris, Halles semtinde geçen şiirde bir kadından bahsedildiği (André’ye göre Nadja benim içinse A.) rivayet edilir ve aynı kadını André Breton daha sonraları aynı semtte eliyle koymuş gibi bulur. Sürrealizmin “nesnel” tesadüf olarak adlandırdığı böyle bir şiir yok elimde, ama bütün tesadüfleri kıskandıracak bir harf var.
Şiirini çok önce yazmış ve Ben’in bütün algılarını kilitleyen A’nın yüzünde aşkın bütün harfleri ve geleceğin alacakaranlığı okunuyor.
Derken o geldi. Ama ben orda mıydım. Oraya gitmiş miydim, bunu anlatamam. Onu sadece gördüm, ama bu yetmiyor.
3.
Geride kalanların tesellisidir aşk. Birisi gitmeden aşk olmaz. Ve bütün bunları kalanların da gidenlerin de bilmemeleri gerekir. Aşkın gündoğumu için.
***
Ayçiçeği
Pierre Reverdy’ye
Yaz biterken Halles’den geçen gezgin kadın
Ayak parmaklarının ucunda yürüyordu
Umutsuzluk, büyük ve güzel yılanyastıklarınını göğe yuvarlıyordu
Ve el çantasında tuzluklardan suretim vardı
Bir tek tanrının vaftiz anası içine çekti onları
Uyuşukluklar bir buğu gibi açılıyordu
Sigara içen köpekte
İçin ve karşı, nereye girdiler
Onlar genç kadına kötü bir gözle bakabilirdiler
Güherçilenin kadın büyükelçisiyle bir işimiz vardı
Ya da düşünce dediğimiz siyah fonda beyaz eğrinin elçisiyle
Fenerler kestane ağaçlarında usulca yanıyordu
Gölgesiz hanım Pont-au-Change’da diz çöktü
Gît-le-Coeur Sokağı, pullar eskisi gibi değildi
Gece vaatleri sonunda yerine getirilmişti
Gezgin güvercinler, hayat öpücükleri
Tam anlamların tülleri altında mızrak yemişler
Bilinmeyen güzelin göğsünde birleşiyorlardı
Paris’in göbeğinde bir çiftlik büyüyordu
Ve samanyoluna bakıyordu pencereleri
Çıkagelmişler yüzünden kimse oturmuyordu orda ama
Hortlaklardan daha çok adandığı bilinen çıkagelmişler
Bu kadına benzeyenler yüzücek gibiydi sanki
Ve aşkın içine biraz da kendilerinden katacaklardı
Onları içlerine atacaklar
Hiçbir duyumsal gücün tutsağı olmadım ben
Ve böylece Étienne Marcel heykelinin dibinde bir akşam
Kül kalıntılarında öten cırcırböceği
İşbirlikçi bir göz kırpıp bana
Geç André Breton, dedi.
(Türkçesi: HG)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder