9 Temmuz 2020 Perşembe

Mekanik Türk


Is Amazon's Mechanical Turk a Failure?

Mekanik Türk’ü yüzyıllardır biliyoruz. Türk’ün Şarklı kurnazlığı ve pratik zekasının fazlasıyla takdir edildiği 18. yüzyılda ilk kez İmparatoriçe Maria Theresa için sergilenen “Mekanik Türk” adlı otomat Viyana'da İmparatoriçe Maria Theresa'nın hizmetinde çalışan yetenekli mekanikçi Wolgang Von Kempelen tarafından yapılmıştı. İmparatoriçe Maria Theresa için yapılan bu otomat, 120 cm. uzunluğunda, 105 cm. genişliğinde ve 60 cm. yüksekliğinde akça ağaçtan ve üzerine satranç tahtası çizilmiş tekerlekli bir kabinet önünde oturan bıyıklı, türbanlı ve pelerinli bir Türk figüründen oluşuyordu. Öndeki kapak açılıp dolabın ve Türk'ün içine bakıldığında irili ufaklı pek çok kaldıraç, makara ve başka karmaşık mekanik sistemler görülüyordu.

Mekanik oyuncaklar gibi kurularak çalışan “Mekanik Türk”, karşısındaki gönüllüyle satranç oynamaya başladığında, gözleri satranç tahtasını tarıyor, başını arada bir sallayıp satranç taşlarını eliyle hareket ettiriyordu. Yaptığı işler bunlarla da kalmadığı gibi pek çok oyunda rakibini yenmeyi de başarıyordu. Yaptığı hamlenin bittiğini başını üç kez sallayarak belirten otomat, maç sonrasında seyredenlerden gelen soruları satranç tahtasının yanında bulunan özel bir tepside harfleri birleştirerek yanıtlayabiliyordu.

Mekanik Türk’ü izleyenler onlarca yıl boyunca onun sırrını çözmeye çalışmıştılar. Bazıları çok ilginç teoriler üretti. Gazeteler uzunca bir süre Türk’ün sırrıyla ilgilendi. İddialara göre satranç taşlarının içine yerleştirilen mıknatıslar sayesinde Türk taşları oynatıyordu. Bir başka teori ise kuklanın içine bir çocuğun girmiş olduğunu savunuyordu.

"Oyunu kazanmadan önce kafasını bir zafer edasıyla sallıyor, kendini beğenmiş bakışlarla etrafına göz gezdirdikten sonra sol kolunu her zamankinden daha geriye çekiyor ve parmaklarını bir süre dinlendiriyor".

Ünlü yazar Edgar Allan Poe bir yazısında Mekanik Türk’ü böyle tasvir etti. Tasvirler dışında her türlü iddia teori düzeyinde kaldı. Otomatın sahipleri yıllarca makinenin sırları konusunda konuşmama kararlarını sürdürdüler. Türk’ün gizemi de insanları dolayısıyla kendine çekti ve para kazandırdı.

Otomatın mucidi öldükten sonra Mekanik Türk birkaç kez el değiştirdi ve ilk metronomun mucidi Johann Maelzel otomata büyük şöhretini kazandıran adam oldu. Mekanik Türk 1809'da Napoléon ile bile oynadı. Ünlülerle yapılan bu oyunlar daha sonra kitaplaştırıldı ve 1837 yılına kadar Türk bütün Avrupa’yı gezdi.

Mekanik Türk’ün aslı şuydu: Otomatın doğuşundan bu yıla kadar içinde hiç bıkmadan, usanmadan duran ve bir makine edasıyla rakipleriyle oyun oynayan kişi satranç ustası Jacques-François Mouret'ydi. Mouret, makinenin içi seyirciye gösterildikten sonra kutunun içine giriyor ve mum ışığında iki büklüm bir şekilde hem karşısındaki oyuncunun yaptığı hamleleri takip edebiliyor hem de otomatı yönetip karşı hamleleri yaptırabiliyordu.

Mekanik Türk’ün hazin sonu şöyle gerçekleşti. ABD turnesi sırasında ölen satranç ustasının ardından yeni sahibi de denizde öldü ve cesedi denize atıldı. Otomat Philadelphia’da bir müzeye bağışlandı. İcadından 85 yıl sonra Mekanik Türk Philadelphia’daki büyük bir yangında yandı ve tarihe karıştı.

Mekanik Türk adlı “akıllı” satranç makinesinden esin alan bir akıl, son yıllarda kültür ve siyaset dünyamızı sallıyor. Bu otomatla Hukuki Türk otonomisi ve milli vicdan karşısında yargılanan yazarlarımız arasında bir benzetme, bağlantı kuracak değiliz elbette. Zaten otomata dönemin Osmanlı zihniyeti damgasını vurmuşsa da mucidi bir Avusturyalı, yani ucuz bir genellemeye uyacak olursak Avrupa Birliği’nde en sert milliyetçiliği temsil eden Avusturyalıların önemli bir atası. Yıllarca satranç ustalarını, kralları, bütün meraklıları ve imparatorları ustalıkla kandıran Mekanik Türk düzeni iki aşamayı kapsıyor: Fikir bizden isim sizden.

Mecazi olarak “günah keçisi” anlamına gelen “tête de turc” (Türk kafası) terimi de çok uzun bir zamandır Batı’nın Türk hafızasını meşgul ediyordu. Buradan hareketle yukarıda iki aşamada andığımız düzenin formülü ortaya çıkmış oluyor. Batı, yaptığı bütün hesap hatalarında suçu Doğu’ya atıyor. Bir fantezi ya da eğlence değerine sahip olmaktan öteye gitmese de sezgisel düzeyde Mekanik Türk, bu alışkanlığın en ironik ve tarihsel eleştirisi aslında.

Günümüzün Mekanik Türk’ü nasıl bir şey acaba?

Oyun olarak uluslararası ilişkileri, diplomasiyi ya da kültürel dolaşımın kırılgan satrancını benimsemiş ve içine düzenek olarak yazarı yerleştirmiş bir otomat olabilir mi? Elden ele ülkeden ülkeye gezen bu akıllı makinenin içindeki tam olarak neyin peşinde olabilir?

Bu tarihsel eleştirinin ortasında yer alan Türk yazarı da bizce Mekanik Türk’ün tılsımlı oyununa inanmış görünüyor. Deyim yerindeyse günümüzde yazar hâlâ Dreyfus olayındaki gibi Zola’cılık oynayabilir. Yalnız bir farkla: Dreyfus bu kez kendisi. Çünkü arkalarında Zola’lar yok. Zola’yı yazarlıktan sıyırıp ateşli bir hak savunucusu haline getiren itki, Dreyfus’ün masumiyetine olan inancıydı. Bugünse yazarlar, Dreyfus’ün yerine geçebiliyor. Çünkü bu durum 2 etkili. Ve de 2 in 1. Hem kurban hem kahraman.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder