Anmaların ve anma törenlerinin 'günü gelince'
yapıldıklarına ilişkin kanılardan yola çıkan beşli, onlu, yirmi beşli, ellili
ve yüzlü yıl çabalarının edebiyat tarihi ortamındaki vefa etkinliği tartışılmaz
diye düşünüyorum.
Bu düşünce çerçevesinde zamana, miada bağımlı bir anma
edimi de kuşkusuz anma biçimini belirliyor. Anma adından anlaşıldığı gibi
inceleme, değerlendirme, eleştirme değil, 'günü gelince' saygıyla anımsama ve
önemsemedir. İnceleme ve değerlendirmelerin 'günü' ve zorunluluğu olmadığı bir
gerçek. Zorunlu olarak bir yazarın ardından gerekli araştırmalar ve incelemeler
gelecektir.
Araştırma ve incelemelerin kapanması ya da yeni
çalışmaların önünü açması için öncelikle elde, artık ilerlemeyen (bitmiş değil)
bir yapıtın bulunması gerekir. İlerlemesi sayfada ve ciltte durmuş bir yapıt,
hiç kuşku yok ki yazarın ölümünü gerekli kılar. Yine de araştırma ve inceleme
çalışmalarının `ölüm'den bağımsız olduğu olması gerektiği vurgulanmalı.
Yapıtı durmuş kişi Turgut Uyar. Vesile: 10. ölüm
yıldönümü iki yıl sonra 70. yaşı da kutlanabilir. (1927-1997). Bu, hepsinden
önce, girişiyle bile, bir anmayı açıklama ve Turgut Uyar'ı anma yazısı.
Yazı tek bir şeyi değerlendirmeyi dikkate alıyor. Şaire,
bugün bulunduğu yeri teslim etmek. Modern Türk şiirinin ince çeperli, seyrek
ilmekli dokusunda onun örgü işçiliğinin ne anlama geldiğini söylemek.
Kaynaklarını büyük toplumsal ve siyasal değişmelerden
sonra sürekli olarak sorgulayan (!) ve yataklarını sürekli oyan ve kurutan Türk
şiirinde, ustanın yaşam olduğu, yaşamın, şimdiki ya da geçmiş yaşamın dikkate
ve göze alındığı saptamasından çıkış alarak, Turgut Uyar şiirini okumanın yarı
kuru bir bataklıkta ya da ince bir buz tabakasının üstünde yürümekle eşdeğer
olduğu söylenebilir. Batma ve yürümenin sürekliliği arasında gidip gelmek ve
gitmek kaygısının gerilimi, yani bir anlamda yatağın oturmamışlığı ya da suyun
ara hali, Turgut Uyar'ın şiirini çok yönlü okumamızı engeller gibi görünüyor.
Konumumuz ve koşullarımız içinde bu elbette bir yanılsama. İkinci Yeni'nin
olanaklarından en iyi yararlanan şair olarak bakılıyor ona. Bu olanaklarla Türk
şiirinde klişe olmayan bir yeni imkân tanıyor bize.
Değerlerden çok durumların, izlenimlerin, şahsın `o'
halinin peşinde olma durumuyla Turgut Uyar, belki hâlâ İkinci Yeni'nin
merkezinde, ama deneyim ve sonuçlarıyla, işlevsel bakımdan şiirinden de önemli
bir yerde durması gerekiyor bugün. Ustalığa korkuyla bakışı, şairanelikten uzak
kalışı son kitaplarında açıkça görülebilir. Turgut Uyar da zaten böyle
söylemişti. Gel gelelim şiir tarihi o farkında ya da değil, özgül bir yeni
Türkçe şiir sözdizimi ustalığını onun ellerine verdi. Şimdi aramızda
bulunmadığı, azalan okuruyla da unutulmasına ramak kaldığı için değil; tarihin
insafı ve bu insafın infazcıları böyle istediği için.
Toplandılar (1974)
adlı şiir kitabının Güverteden Biri
başlıklı şiirinde Uyar, şiire 'suyu araç diye kullanan gemiye yaklaşık olarak
otuz bin kişi'nin bindiğini yazar, bir şeyi not eder ya da kendi başına not
alır gibi.
Otuz bin sayılık bu yaklaşıklık, ikinci dizede hemen
giderilmiştir. 'Ormanlar bölgesinden on bin, yağışlı topraklardan/sekiz/ve tuz
göllerinden on beş bindi.' Herkesin tanıklığında `O'da biner gemiye. Yaklaşıklığın,
otuz üç binlik açık bir toplama çıkışı Turgut Uyar'ın şiirlerinde görülen temel
bir yarılmaya işaret eder.
Belirsizliğin yarılması demek olan bu olgu aynı zamanda
onun şiirinde sık yinelenen bir gerilimdir. Modern şiirin de sırt vermesiyle,
şiire, bir anlamda Turgut Uyar'ın yapıtının temel ekseni sayılan öykülü
(narrati-ve) şiire girer girmez nesneler, kişiler, eşyalar ve onların `çabuk'
izlenimleri, Türk şiirinde Turgut Uyar'a özgü bir şiirsel ifade ve hikâyenin
kurucularıdırlar. Birçok Turgut Uyar şiirinin bir hikâye etme kaygısı, birçok
da hikâyesi vardır. Son kitaplarında, şiirinde hikâyenin basıncını atlatan
Uyar, Kayayı Delen Incir'in (1982) Basınç adlı şiirinde, boşalan 'basıncın üç
boyutunu, ülke, durum ve ses olarak verir:
"bir
ülke! denizden arınmış
bir
durum! ölüm gibi
bir
ses! uzunluk değerinde"
Bunaltı içindeki bireyin gözünü başkasının bunaltısına,
öteki'ye çevirmede, evrimi en son aşamada bulunan cümleyi Turgut Uyar, yani 'o'
söylemiştir:
"Ben
hep sıkıntılıyım. Yani bir adamın canı sıkılır, o ben'im"
Cumartesi ve pazar günlerinin yorgun, izinli ve silahsız
askerini, Can Yücel'in mirlivasını, 'kapısı penceresinden çok bir ak odada'
aramak gelirse içimizden, bu da bir şiirdir ve Turgut Uyar'la hemzemin olmaktır
o.
Turgut Uyar hep burada bir yerlerde dolaşır.
(1995, Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder