9 Aralık 2011 Cuma

“Gece’nin Başlangıcı” için kara notlar…



“Gece’nin Başlangıcı” için kara notlar…


Kâbusun bitti, ama Gece’n başladı.
Céline’in Gecenin Sonuna Yolculuk’unun Türkçe çevirisini eline aldığım zamana kadar, bu roman senin için bir hayaletti. Hayaletler asla bu dünyaya gelmezler, ama “Voyage” en sonunda geldi ve senin dilimde okunuyor…
Voyage artık Gece’ye terfi etti ve büyük kâbusun şimdilik bitti. Çünkü o ilkgençliğinin daima “elimden attığın” kitabiydi… Ne zaman okumaya yeniden başlasan içini büyük bir sıkıntı kaplıyor ve Gece’nin hayatını saran günahları, romanı elimden atmanla son buluyordu.
Türkçe çeviriyi bir yaz günü elime aldığında, Fransızca’sını okumaya çalıştığın yıllardan epeyi uzaklardasın. Yüzleşmekten hep kaçsan da harp okulu sıralarında, yurtseverliği yerden yere vuran, savaşın anlamsızlığını ifşa eden ve ölümü şeffaflaştıran metinleri sürekli olarak gizli gizli okumak zorunda olduğunu hatırlıyorsun. Bu çok zor bir deneyim. Çünkü on beş yıldan fazla bir zaman boyunca ordunun içindeydin ve onu ayakta tutan ilk ve son payandanın altını kazıyorsun, kafanın içinde. Topraktan büyük çiviler çıkıyordu, onlar da öğrenim ve eğitimini hayatının önüne dikilen büyük kara mizah duvarının öteki yüzünde -ki o yüzün adı “kahramanlık duvarı” bile olabilir en basitinden- şehit arkadaşlarının portrelerini tutuyordu. Üniformalı her portrenin altında şu yazıyordu: “Sen de olabilirdin bu portrenin çerçevenin içinde.”
Şimdi gece senin için yeniden başlıyor. Gecenin Sonuna Yolculuk konuştuğun ve yazdığın dilde. Kâbus çoğalmıyor, ama yayılıyor gece ve kelime olarak.
Gece’nin edebiyat tarihi içinde ayrı bir yeri olduğunu öğrenmiştin, okumadan önce. Daha yayınlanır yayınlanmaz, Céline’in daha ilk romanında kullandığı günlük konuşma dili büyük bir skandal yaratmıştı. Çünkü o zamanlar “ciddi” edebiyat çok gözdeydi. Céline’in dili herkesi şaşırtmış hem de paniğe yol açmıştı. Hiç kimse, bu ilk roman karşısında kullanacağı kelimeleri seçemiyordu. Tarifi ve tespiti imkânsızdı bu romanın.
Yıl 1932. Günlük konuşma dilinin edebi eserlerde kullanıldığına çok az tanık olunuyordu. Üstelik, romanın anlatıcısı kullanıyordu bu dili. Genellikle alışılmış olan, gündelik konuşma kokan diyaloglardı. Céline feci çarpmıştı. Ama adamakıllı çalışmıştı bu romanı yazmak için.
İki büyük parçadan oluşuyordu Gecenin Sonuna Yolculuk. İlkinde, romanın kahramanı ve anlatıcısı Bardamu kayboluyor, ikinci bölümde ise kendini Paris’te tıp kariyeri içinde buluyordu. Céline, Bardamu’nün “kaybolduğu” zamanları anlatırken kendi askerlik ve tıp deneyimlerinden yola çıkmıştı. Bu deneyimler ona özgü bir üslubu yaratmış ve Gece’nin bir başyapıt olmasını sağlamıştı.
Bardamu. Tuhaf bir isim. Büyük ihtimalle Céline’in kendi üslubunun bir yaratığı. Bir askeri geçit töreni sonrasında orduya yazılan Bardamu, 1914’te başlayan 1. Dünya Savaşı’nda “dökülen kanlar” adı verilen saçmalığı gördü. Yaralandı ve çeşitli hastanelerde yattı. Savaşta şunu gördü: Siviller ve hekimler bu savaşa hiç de yabancı değiller. Üstelik, savaşın acımasızlığını daha da ağırlaştırmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Askeri geçitlerde  -hatırlarsın- senin de için cız ederdi. O boyalı tanklar ve plastiktenmiş gibi görünen tanklar... Sonra hepsinin içine girdin. Boyalar ruhuna bulaştı ve haki plastik deri'n oldu.
Ne zamandır ruhunu kaşıyorsun, plastik parmaklarınla organik şeyler karalamaya çalışıyorsun; ayak tabanların, nereye adım atsan bir kara mayınına çarpıyor. Mayın patlıyor, bin parçaya bölünüyorsun, ama içinde bulunduğun sistem sana tek başına olduğunu söylüyor.
Sen de bir Bardamu'sün. O Bombola-Bragamance sömürgesine ticari sayman olarak gittiğinde bile savaşın sömürge halini gördü. Savaşın saçma hiyerarşisi "heryerde"ydi ve insanları, hayatları kavurmaya devam ediyordu.
Sonra ABD. Göçmen büroları. Yoksulluklar. Ford'da işçilik. Lola. Fahişe Molly. Sonra Fransa'ya dönüş.

*
Her roman biter. Ama Gece bitmiyor. O, romandan da öte bir şey. Herkesin onun şaşırtıcılığı ve şok ediciliğinden söz etmesi bu yüzden. Bitmeyeceğini herkes biliyor. Çünkü silahlar sussa da savaşlar bitmez. Silahların ve parçalanmış insan vücutlarının konuşması "savaş"ın sadece bir fasılasıdır.
Romanın sayılı sayfaları bittiğinde bir an, Gece'den sonra yazılmış bütün romanların "başka bir istikamete" doğru kaçış olduğu hissine kapılıyorsun. Düşen bir bombadan sonraki kaçış hali gibi bir şey bu. Gece'den sonra yazmak için, laf ebeliği yetmeyecek artık. Gecenin sonuna yolculuk ölümün ta kendisi değil mi?
1932'de biten 20. yüzyıldan sonra yazmak da Gece'den sonra yazmakla aynı şey.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder