Mevsimin kıştan çıkması hiç önemli değildi. Aynı odada başlayan üç ayrı derse kar ve yağmur yağıyordu. Piyano dersi ise güneşliydi.
Piyano sustukça ders uzuyordu. Hayata bakan son pencereye düşen gözlerimiz kuşkuyla açılıp kapanırken devam etmemiz gerekiyordu.
Gerçekte kaç oda olduğu kâğıtta yazılıydı. Hangi oda olduğu, hiçbir zaman önemli olmadı. Dersin ritmine göre odalar değişiyordu.
Kâğıtta böyle yazıyordu.
Aynı odadayız evin sevimli köpeğiyle. Her iki gözüyle siyah, parıltılı ve püsküllü bakıyor bana. Yalanıyor. Bir gözüyle artık tırmalamaktan usandığı kapıyı gösterirken beni iknaya çalışıyor, kapıyı aç, der gibi. İkimiz de çıkamayız. Evin hanımı içeride müzik öğretiyor bir afacana daha.
Tatlı köpeğimin boncuk gözleriyle piyano çalıyorum: Püs. Kül. İki notalı köpeğimin gözleriyle hiç duyulmamış tını ve melodiler üretiyorum. Püs, pusluyor gözlerimi: Sus, daha çok yakınma gidenlerden. Gidişlerden. Yoksa kaybedeceksin anılarını. Kül. Yerine iki yeni gül koy giden gözlerin yerine.
Köpeğim için iki boyutlu bir dünya var artık bir gözünü veteriner masasında bırakalı.
Ve ben o odadan beri, evin güzel piyanist hanımını, köpeğimi, akıllı kızımı, kendimi görmüyorum.
Yağmur ve kar, susuz yağıyor tüm piyano derslerine.
Duyuyorum hepsini.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder