20 Ağustos 2022 Cumartesi

İstanbul'a İlk Mektup


Çağırdın.

En son sen çağırdığın için işte bak çıkıp geldim.

Buraya gelmeyi hiç istemezken aslında neden gelmem gerektiğini de geçici olarak unutmuş olmam, unuttuğum şeyin önemsiz olduğunu göstermez değil mi hayatımda?

Madem hayatlarımızı veriyorsak ve sonunda tabii ki geri de alamıyorsak şehirler neden birer özne olmasınlar?

Kim sorusu sorulur özneyi bulmak için. Ama özneyi gerçekten de arıyor muydum ki?

Sen zarftın. Edat. Zamir. Tümleç. Tamlama. Zarf tümleci. Belirtisiz isim tamlaması. Hatta Nesne.

Her şeyin nesnesi. Tesadüflerin, kaderlerin, yalanların, aşkların...

Beni buraya kadar bile okuman bir mucize. Demek ki artık daha sabır dolusun bana karşı. Uzun suskunluğumun anlamını düşünmüşsün ya da beni tamamen unuttun ve ilk cümlelerimden kim olduğumu çıkarmaya çalışıyorsun.

Mektup yazmanın, hele hele konuşmanın, görüşmenin tamamen sıfırlandığı bir çağda sana bu ilk mektubumu yazıyorum. Bunun bir anlamı yok. Sadece ne yazacağımı ve ne zaman konuşacağımı hiçbir zaman bilememle ilgili bir durum bu.

Yaklaşık iki sene sonra seni yeniden hissediyorum. Bunun için bazı aşılar olmam gerekti: Aşı karşıtlarını işitmeme aşısı. Ani ölümlerden korkmama aşısı. Anksiyete, korku, panik, gerginlik aşıları.

Sen dediğin için ciddiye almıştım ve bir Korku Günlüğü tutuyordum ya da hanidir onu yayımlamaya karar verdim, fakat aramıza bir otel girdi: Adı Sen. O otel, bu "şirin" kasabaya yıllar sonra yine "ilk" geldiğimde karşıma ilk kez çıkıverdiğinde onu algılamaya ve anmaya bu kez hazırdım. Korku filmlerinden çıkma, onlara layık bir oteldi burası. Yıkılacakmış gibi duran, hatta anacaddeye doğru hafif bel vermiş, idarelerce artık kaybolmaya yüz tutmuş avlusunun zamanımızın dev oyuncakları olan arabalara otopark vazifesi yapmasına karar verilmiş.

Uzaktan. Uzak. Senin çok uzağından. Bu "hoş" kasabada çocukken geçirdiğim seneler boyunca seni henüz görmemiştim bile. Bir sefer hariç: Babamla, kitap poşetlerini sırtlanıp inip çıktığımız yokuşların ve ziyaret ettiğimiz yayınevlerinin, baba dostlarının çokça bulunduğu Cağaloğlu semtindeki o yaz günlerini hiç unutamıyorum. Babamın aklımda babam olarak kalmasının, belki de şu an olduğum ve yaptığım şeylerin yazıcısı ve kazıcısı olan o birkaç gün. Tam hatırlamasam da bir gece kaldığımız bir başka otel. Otel Tarlan. Yeşil havlusu daha düne kadar o yıllardan kalma en açık hatıralardan biriydi.

Çağırdın geldim ve gürültüler... Betondan sesler, ağlayan hurda sessizlikler... Her yerde "Miras" yazıları. Bu şehir kime miras kalmış ki. 

Çağırdın. Susturamadın beni. Hala soruyorum: Nasıl yaşıyorlar sende hala? Günlük 25 milyon.. Toplamda yüz milyonu geçmiş bu eserlerinin kaderi ülke.

Yeniden yeniden yıkılacağın günler çok yakın. Herkes bunu diyor. Ve yeniden yapılacağın günler daha yakın. Son birkaç ayın ya da haftan dışında hiçbir şeyin hatırlanmadığı için çok sevileceksin yine.

Ben sana mı geldim sahiden. Yeniden bir oku beni ya da kendini sorgula: Sen İstanbul değilsin. 

O, sensin. Sen sensin.

Sana geldim. Çağırabilirsin her zaman beni.


Ağustos, 2022

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder