-Kaç dil biliyorsun?
-Beş. Tamamen.
-Ben bir tane biliyorum: 1-0 1-0 1-0 1-0.
Core filminden
Çevrilemeyen ölüm
"Thank You For Smoking" filminde sigara paketlerinin üzerine sigaranın zararlı ve öldürücü olduğuna dair İngilizce yazı konulup konulmamasının görüşüldüğü senato konseyinde çok dilli Amerikan yurttaşları için sadece yazı değil kurukafa görüntüsünün konulmasını savunan konsey üyesi şöyle sorar:
“İngilizce
bilmeyen vatandaşlarımızı, sigara paketlerinin üzerine sadece yazı koyarak ölüme
mi terk edeceğiz?”
Vahiy: İlk çeviri dili
Günümüzde
çeviri hanidir kelimelerle yapılmıyor. İster başına “meta” ya da “hiper”
öntakılarını koyalım, istersek de klasik söylemleri bütün fotokopik olanakları
kullanarak çeviri adına tek katmanlı olarak kullanalım bu gerçeği daha fazla
değiştiremeyiz.
Yazı
için söz gerekliydi. En temel anlamda vücudunun yarısı sudan oluşan insan
bedeni ve su arasındaki ilişkiye benzetebiliriz yazı-söz ilişkisini. Ezeli “yazı,
ses, görüntü” sıralaması bu üç ögenin birbirlerine ardıllık ya da öncüllük
etmelerini de gerektirmiyor.
İlk
büyük çeviriler kutsal kitaplardır. Hiç durmadan vahyeden sözlerden
yazıldıklarından değil, tam tersine kökeni mutlak otorite arayışından başka bir
şey olmayan çalışmalardı hepsi de.
Dünyevi
mutlak otorite arayışını vahiyler haline getirdiler. Onları yani ilk
çevirmenleri tanımıyoruz. Kimileri buna tanrı, oğul, baba, mesih ya da
peygamber diyor. Diyebilirler. Bu çalışmanın içyüzünü değiştirmez. Daha
ayrıntılı bakıldığında dinler yazının kaleleridir. Yazı eğer ilk teknolojiyse,
din de bu teknolojiyi çok sevdi; okuma eylem alanı yaratan yazıyı çok sevdi.
Zira okuma insanların zamanını durdurma, onların bütün dikkatlerine tek bir yer
ve ana odaklamaları eylemidir. Kutsal kitap okumalarından söz ediyoruz. Dikkat
edersek kitap ve okuma eylemleriyle kalınmamıştır. Kitabın aynı yer ve zamanda
okunmasını gerçekleştirmek için tapınaklar icat edilmiştir. Pagan, yani
kitapsız ve tanrısız dinlerde bu tapınak olgusunun yerini sunaklar alır. Kurban
etme, yazının icadına kadar tapılana bir şükran yazısı yerine geçmiştir.
Geçmiş
bir aynasızlıktır. Zaman geçtikçe aynalardan uzaklaşırız. Bu uzaklık arttıkça
geçmişin ve daha sonra tarih olarak adlandırılacak olan geçmişin etkisi sonsuz
derecede büyür, artar. Kutsal kitapların asıl etkisi tarihsel içeriklerden
oluşmalarıdır.
Kutsal
kitaplar yazıdan önce neden icat edilmedi? Sözün bulanıklığı ve kalıcı bir
“kayıt” olmayışı mı? 4000 yıl önce yazı icat edildiğinde söz de böylelikle
kırıldı. Musa’nın tabletleri yazının bulunuşundan sonrasına denk gelmektedir.
Tabii ki Mısır hiyeroglif dillerini yazıdan saymazsak.
Yazı
ile ses ve görüntü arasındaki sıralama aslında tarihsel bir sıralamayı da
teslim eder. Fakat son ikisinin bulunuşları arasındaki yakınlıkla yazınınki
arasındaki korkunç mesafe son derece kuşkuludur. İnsanın, teknolojik açıdan
yazıdan sese ulaşması neredeyse 39 yüzyılı bulmuştur. Görüntü de aşağı yukarı
aynı mesafe içindedir. Teknolojiyi insan erimi ve yeteneği dışında kalan
olanaklar bütünü olarak tanımlarsak, bu 39 yüzyıl içinde insan bazlı olan ses
ve görüntü teknoloji tarafına geçmiştir. Bu uzun bekleyiş gerçekten de
kuşkulara yol açmaktadır. Yavaş evrim, yazının bulunuşundan sonraki mutedil
ilerleme ve son yüzyıl içindeki ivmelenme patlaması…
Ses
ve görüntünün insan bazlı ortamın dışına çıkması, dilini kullanan ve
dolayısıyla yazı göndermeli bir etkinlik içinde olan insanı da dilin olmadığı
dolaysıyla artık çevirinin de olmadığı ütopik bir ortama sürüklemiştir. Bu yeni
ortam İnternet’tir. Burası, Nuh’un Gemisi değildir, ama sık sık Atlantis’e
benzetilmektedir. Nasıl Atlantis’in A’sını büyük yazıyorsak İnternet’in İ’sini
de büyük yazma eğiliminden yana olanlar ve benzer nüansları sürekli olarak
kurcalayanlar bu ortamın içyapısını tam olarak el everen bir davranış
içindedirler aslında. Zira İnternet, orada olmayanların orada olmamayı oraya
“bağlanarak” ve çevrimiçinde (online) kalarak “orada oldukları” bir yerdir. Bu
yüzden baş harfi daha büyük
yazılmalıdır. İnternet neo-ütopik bir çağı başlatmakla kalmamış çevrimdışı
çeviriyi de konumlandırmıştır. Ağlar, kullanıcılar, %100’e yaklaşan oranda
Anglo-Sakson dilinin egemenliği, dolayısıyla aynı kültürün yadsınmayacak
etkileri, çeviri temelli eski “çevrimiçi” dilsel anlam aktarımına deyim
yerindeyse “stop” demiştir.
Çeviri çağı bitti mi?
Bu
soruya çevirinin bağlamının neredeyse ölümsüz olduğunu söyleyerek cevap vermeye
başlayabiliriz.
Biten
şey belki de monologdur. Buradan şu doğruluk payı ortaya çıkar: Çeviri artık
büsbütün bir diyalogdur.
Diyaloğun
antikçağda adı felsefeydi. Akıl ile ve düşüncenin söyleştiği bu biçim zamanla
korku (din, tanrı) ile sözün konuşmasına dönüştü. Yeni yüzüyle artık bir tek
tarafı simgeleyen bu diyalog ortaçağa kadar sürdü. Ortaçağ’ın yarattığı
Rönesans ise yayılma eğilimli bir yeni dindi. Bu da yeni bir diyalog ve
diyaloglar anlamına geliyordu. Sanayi Devrimi 2. Babil anlamına geldi. Diyalog
dev bir pazarda buldu kendini. O güne değin fetihlerle zenginleşen krallıkların
kasası, dünya yuvarlaklığı son bulunca sömürgeci imparatorluklara devredilip bu
kez buluş ve keşiflerle dolmaya devam etti. İdareden ekonomiye sürüklenen bu
paradigma alanı İnternet zamanlarında yerini iletişim dalgasına bıraktı. Bu
dalgaya kötücül bir dalgalanma adını koyarsak yanılmış olmayız, zira 2000 yılı
sonrasında dünyayı saran finansal krizlerin temel nedeni de bilginin açılan
otoyollarda sınırsız ve serbestçe akması ve ucuzlamasıdır.
Dünya
giderek 3. Babil çağına, belki de Babil’in ilk zamanlarına referans veren bir
hale doğru akmaktadır. Mitolojiden hatırlanacağı üzere bu zamanlarda dil tektir.
Bu dilin küresel karşılığı İngilizcedir. Karşılığın yananlamlarını bulmak için
İngilizcenin başına ulusal dillerin mastarını koymak yeterlidir: Türkingilizce,
Frengilizce gibi…
3.
Babil’deki diyalog, felsefe yapmak için artık yetersizdir, çünkü felsefenin tek
konusu bizzat diyalogsuzluk olmuştur.
2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder