8 Mart 2018 Perşembe

Yazının Cinsiyeti: Bir Kadın yazısı var mı?


Bir kadın yazısından söz edebilir miyiz?

(21. yüzyılda artık bu sorunun karşıtını sormanın hiçbir yararı yok.) Ama soralım her türlü gereksizliğine rağmen ayrıca: Bir erkek yazısı var mı?

Elbette var. En başta düzenleyicilik ilkesinden doğan bütün yazılı yeryüzü yasaları. Trafik kuralları manzumeleri. Kredi ve kredi kartları sözleşmelerinin sadece karıncalar tarafından okunabilen metni. Ev aletleri kullanma kılavuzları ve unutma-dan: Bütün imzalar ve imzayı gerektiren bütün “korkak” metinler.

Yazı, eril bir başlangıç yaşadı ve bu konuda büyük aşamalar kaydetti. Onu “biteviye” alkışlar ve sırtını sıvazlarken dünya hayatının eril düzeninin de kuruluşuna tanıklık etmiş oluyoruz. Tanık, ikinci derecede sanık da olabilir. Çünkü olaylar karşısında iki tip yazı kaydı belirler:

1. El yazısı: Yazılmamış “ham” düşüncenin kayıt fuayesi. Yazının bekletildiği oda.
2. Tipografik yazı: Vitrin. Sadece vitrin. Dönüşün olmadığı, ancak bir tekzibe ya da sonraki tipografik çalışmaya ve gerçekleştirmeye kadar açık olan yazı.

Yazının kaydı neredeyse yazının “kendisi” demektir. Çünkü sözlülüğün karşısına bellekten ezberlemeyi kesimleyen, sonra onu yok edip yerine kayıt sistemini çıkaran bir duruş içindedir. Kayıt çeşitlerine bakalım biraz:

El yazısı dişildir. Söz'ün yazı'ya teslim olduğu bellek-kayıt geçişinden kurtulan bu dişil süreç, matbaanın, yani yazıyı çoğullaştırma aracının icadıyla sona erer. Yazı yani ifade evreni artık tamamıyla erilleşmiştir. Yazarak “faşizan” olunabilir, çünkü kaydın hâkimiyeti kesinleşmiştir. El yazısı sakla-namaz bir şeydir, çünkü tektir; en azından çoğaltılması zordur.

Kaydı belirleyen üçüncü, ama sözde “üçüncü” kitap devriminde “ilk” yazı çeşidi sanal yazıdır:

3. Sanal yazı: İfade ve anlam evreninde gidiş ve dönüş artık yok. Saha var. Global illüzyon, fakat sapmalar tek noktadan ya da doğrultudan başlamıyor. Bütün sapmaların “döndüğü” çevrimler kayıp.

Yazı yapısının anlaşılmazlık düzeyinde oluştuğunu; felsefenin, dilbilimin hatta edebiyatın bu düzeyi 20. yüzyıl boyunca koşturduğunu görüyoruz. Birbirine karışan gerçekte anlam ile anlamsızlığın yönünü yitirmişlik duygusu değil; anlam ile anlamsızlığı birbirinden ayıran çizginin ortadan kalkması. Yazıya salt “anlamı verme aracı” olarak bakışın yazının cinsiyetini öldürdüğüne tanık olduk bu yüzyıl boyunca. Yazı, sözlülüğün sözcülüğünü yitirdiğinde kendini erilliğe teslim etmişti. Bu dışbükey durum, sözlü metnin yazılı metne, elyazısının, tipografik yazıya, mektubun e-mail'e teslim olduğu ve belki de yakın gelecekte “yazının metayazıya” teslim olacağı -kayıt teknolojisinin kaybolacağı dördüncü devrim zamanı- bir dönüştü.

Söz. El yazısı. Mektup.
Bütün bunlar koruyucudur. Anlam ve söz evrenlerinin koruyucuları.
Yazı. Tipofrafik yazı. E-mail.
Bütün bunlar hakimiyetçi. Erillik tapınağının bekçileri.
Dördüncü yazı devrimini, yani “metayazı” dönemini öncekilerden ayıran “dördüncü” zaman kategorisi kesinlikle insani olmayacak.
Geçmiş, şimdi ve gelecek olarak tanımlayabileceğimiz kutsal insani zaman “üçleme”sinde gizil olarak yatan “izafiyet” tanrısını alaşağı edecek dördüncü kategori, kesinlikle şüpheli ama “bizden” olacak.
Kozmik ama alegorik. Geleceğin yerine ama gelecek için bir zaman “şey”i... O zamanda yazının cinsiyeti olmayacak. Her şey yazılmış ve kaydedilmiş olacak. Yazının sonu değil, cinsiyetin sonu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder