Devamlı bakıyorum anahtar deliğinden. Görünürlerde henüz uyanmış bir kadın yok.
Dün sabahtan beri uyuyorlar. İki kadın aynı yatakta.
Ev benim benim olmasına, ama üç gün önceki tuhaf bir telefon konuşmasından sonra zorlukla hatırladığım eski bir sevgilimin kadın arkadaşıyla birlikte ziyaretini kabul etmek zorunda kaldım.
Saat 23.35
İçeride ışık yanıyor. Hol kapkaranlık. İki nefes çekip söndürdüğüm sigaralarla doldu döşeme. Gerginliğimi üzerimden bir türlü atamıyorum. Birkaç öğündür ağzıma hiçbir şey koymadım. Uyanmalarını bekliyorum. Hayır, diyorum, aralarında ilişki nedir tam olarak bilmek gerek. Belki bu tuhaflıktan bana da anormal olmamak kaydıyla bir pay düşebilir. İkisi ve ben. Üçümüz. Kendi aramızda…
Saat 23.55
Geceyarısına az kaldı. Sabrım tükenmeye başlıyor.
Günlerdir sıkıntıdan patlamama rağmen eski sevgilimi, onunla yaşadıklarımızı bir an bile düşünmedim. Yalnızca sevişme seanslarımızı –seans diyorum çünkü doktor ve hasta değiştirirmişiz gelir bana hep, kalplerimize kazımış bile olsak beden ve yüz değiştirirken zaman içinde- hatırlıyorum. En çok neyi yapmayı severdi ben onun bana ne yapmasını severdim ona neyi yapmayı severdim…
Şu anda deliler gibi merak ediyorum. Onunla ne yapmıştık? Neler geçti aramızda? Ne zaman tanıştık, birlikte olduk ve ayrıldık?
Tam bunları düşünmeye, hatırlamaya başlamışken kapı gürültüyle açılıyor ve 23. kez aynı cümle ve aynı ses tonu:
“Bir şişe su, iki aspirin ve üç dilim kek.”
Yirmi iki boş su şişesi. Boş bir aspirin kutusu ve boş hazır kek ambalajları. Bundan önce tam altmış altı dilim kek verirken yirmi iki tabak kirletmiş olmalılar. Geri verilen tabakları yıkamadım çünkü sular da kesik.
Saat 01.50
Büyük bir gürültüyle sular geldi. Bütün muslukların açık olması yüzünden ev küçük bir sel felaketi geçirdi. Dantelleri kurtardım, ama yer minderleri kurutulacak ertesi gün. Güneş açarsa tabii. Dört-beş gündür hava kapalı. Hiç yağmur yağmadı.
Giriş katındaki genel banyoda saatlerce yıkandım. Ve aynı evde iki kadınla birlikte bulunmak ne kadar azap veriyormuş bedenime öğrendim.
Yeryüzü bir şey söylemek isteyip de zamanını kestiremedikleri için susanlara benziyordu.
Saat 04.25
Anahtar deliğinden bakmaya devam ediyorum. Kadınlardan bir tanesi uyanmış. Çünkü yatakta sadece bir tanesi var. Uyanan banyoda olmalı. Vücutları birbirine benzediğinden yatmakta olanın kim olduğunu bel hizasındaki bu delikten göremiyorum.
Aynı yatakta yaklaşık iki gündür uyuyorlar. Bu durumun bende yarattığı derin kuşku çok sarsıcı geliyor artık bana. Kim bunlar? Ne yaptılar? Kaçıyorlar mı? Polisten mi kaçıyorlar?
Ev benim. O, yani eski sevgilim, hiçbir zaman bu evi tanımadı. Diğer kadın içeri girdiğinde hiç yabancı gelmemişti aslında bana. Üstü ters bellekle örtülü eski bir tanıdık. Sanki o da bu eve yabancı değil gibiydi. Üst kata çıkan merdivene açılan koridoru şaşırmadan buldu. Oysa girişte iki koridor vardır birbirine çok benzeyen. Diğeri kömürlüğe ve bodruma açılır.
05.10
Birden hatırladım. Yanlarından küçük bir bavul ve el çantası getirmişlerdi. Bavulu odaya aldılar ama el çantasını dışarda unuttular. Ama açmam uygun bir hareket olur mu? Ya içinde karıştırdıktan sonra tekrar eski düzenini veremeyeceğim şeyler varsa?
05.15
Tereddütüm uzun sürmedi. Merakıma yenilip el çantasını açtım. İçinden iki peruk çıktı. Makyaj malzemeleri. Bir de kalın bir telefon defteri.
Büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Çantadan aralarındaki ilişkinin düzeyini işaret edecek bir eşyanın çıkmasını umuyordum. Yapay yardımcı cinsellik araçları ya da en azından bir sexshop’un kataloğu vs vs…
06.10
Telefon defterini karıştırırken uyuyakalmışım. İçinde bana ait hiçbir telefon ya da adrese rastlamadım. Çok yer ve iş değiştirdiğimden dostlarımın rehberlerinde esaslı bir yere sahibim ne zamandır. Belli ki bu defterin sahibi eski sevgilim değildi.
07.10
Onları, yani eski sevgilimi kıskanmıyor da değilim aslında. Onca zaman hiçbir haber vermeden ortalıktan kayboluyor ve kadın bir partnerle (?!) günün birinde çıkageliyordu. Eski sevgililerimle irtibatımı hiçbir zaman koparmadığımı iyi biliyordu. Zira son konuşmamızda bunu uzun uzun konuşmuştuk. Özel bir an değildi. Genellikle sevgililerimden ayrılırken hep aynı nutku çekerdim. “Bak canım biz ayrılsak da asla birbirimizden kopamayız, kopmamalıyız. Geçmişimizi inkar olur bu.”
07.25
Günışığı iyiden iyiye salonu doldurdu. Yirmidördüncü kez gelen buyruğa boyun eğdim gene.
“Bir şişe su, iki aspirin ve üç dilim kek.”
Kendimi giderek kat hizmetlisi gibi hissediyorum.
Benim otelim burası. Müşterilerimin kaydını bile almadan bir odaya kapadıklarına tanık oldum ve kim kiminle ne yapıyor bilmiyorum.
Gözlemci olmak yetmiyor bana. Hem müşteri hem otel sahibi hem hizmetli. Hepsini olmak her yerde yaşamak istiyorum.
Kapılı bir kapı ardında bana düşen tek şey bir anahtar deliği kadar hayat.
Bu deliğin arkasında 300 yaşında gibiyim.
08.24
Kapı ilk kez ardına kadar açıldı.
İki kadın ilk kez yan yana göründü. Artık onlarla beni ayıran bir yatak yoktu.
Üçümüz de ayaktaydık. Ağaçlar gibi… Anahtar deliği bu kez bedenlerimi bir arada aynı karede görüyordu.
Gözler yoktu bize bakan.
İki doymuş beden ve bir boş beden arasında hiçbir şeyi görmekten çekinmeyen bir anahtar deliği…
(Anahtar Deliği, Halil Gökhan, öyküler, 94 s, Zeplin Kitaplar)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder