21.
C A N Ç E K İ Ş M E
Şimdi geri çekilme zamanı. Bir saatin kıvraklığı kadar bile yakın değilken bir kıyıya, buradayım, diyebildim. Bu kazanç mı sence… geri çekilmelerde ortaya konan bir oyunsa, kalıcılığı nereye kadar deneyebilir, ılımlı ölçültlerde ? Oyun, içtenliği inkar etmez mi; gerçek yaşama öykünmek yalancılık değil mi? Yaşamak, yaşamak derken ikinci özneyi hep atlıyoruz. Suçlarken de hep ilk çoğul öznede takılıp kalıyoruz.. Duraksamalarımız yaşamın tutukluğu karşısında sözü açılmamış gerçek başarılar mı yoksa? Nereden biliyoruz içimizdeki kıpırdanan ruh taneciklerinin bizim olduğunu? Yakalaya bildik mi ; koştuk mu peşindem; tutukevi mi olduk bu tanelere, yalnızca… Sonuncusu gerçek paydalarda tartışmasız doğru biliyorum. Bu taneciklerin çevremi sardıklarını gördüm, yanıldıklarını, yanlış gövdede, ısrarlı olduklarını işittim ama niye izin verdim girmelerine? Kapıyı gösteremezdim. Kapı yoktu onlar için. İçeriden dışarıya açılan bir kapı yoktu en azından. Dış kapılarsa hep kilitliydi.
Hep kapalı. Hep yoklardı. Hep yoklar. Varolan, dışlanan, sorulmayan bendim. Sonraları karşılaştım ilk özneyle. Sonraları sevdim. Bırakandım.
Ölümlü olduğum doğru. Daha fazla ileri gitmeyeceğimi biliyorum.
Yelkenler çürük bir bezden yapılmıştı, biliyordum.
Ve hiç bir yolculuktan geri dönmedim, biliyorsun.
sevgiyle G.
22.
Sevgili Kazazede
Prens Adaları’nın balıkçısı size selam söylüyor. Balıkçının eli kalem tutardı eskiden. Şimdilerde pencereler ile balık ağlarını karıştırıyor. Gözleri kısmetleri ve niyetleri iyi görüyor. Göz körelince gönül güçlenir, demiş seneler seneler önce birisi ona.
İstanbul'a gelinen üç yolun birinde göz, diğerinde tuzak ve sonuncusunda da bir hayır olduğunu da yazmışlar. Şimdi ben dördüncü bir yol arıyorum. Zira İstanbul'a her gelişimde çektiğim kalp ağrıları, dizlerime inen geçmişin karabasanları bu şehre intibak etmeme ve şehrin de bana sızmasına engel oluyor.
Kazadan önceki âna dönmek istiyor herkes.
Kaza önce bu istek bilinebilir mi Kazazede?
Çok sevgiyle.
Yüzen Tahta Parçası
23.
uyanınca su da kayboluyor bana verilmiş olan mavi kap da
bütün zamanlar ertelenmişlikten bir fark
kum: bir ermiş, fanus: kelle, yürek: fark avcısı
nerde bulsa gönlüm diyecek içine atılan fırına
kömürdü gördüğüm uyandığımda duvarlarda
badana yapmakla ocakta çalışmak aynı şeyler
aynı yerlere gittiler aslında gönül ve yürek
aynı musluktan aynı zamanda içmekti sevmenin görmekten
farkı
yazılmadı ama okuyup bitirdiler çünkü coğrafyaydı
önlerine konulmuş olan
bir yerden zamansız sökülmenin coğrafyası
toplandılar ama
yağmur yağıyor ve konuşulmadı gitmek üzerine
(Bir Yer Bulmak Üzerine)
24.
İstanbul’da öğle üzerileri sabah benim için. Bu şehirde mesela saat 6.30’da uyanmak gece ve karanlık aynı.
Bu yüzden saat 12’ye doğru Sultanahmet T4 otobüsüne binerken acayip esniyordum ve seni düşünüyordum yine.
Durrel’ın Acı Limonlar’ının ilk bölümünü okudum kısa yolculukta. Bence bir limandan gemiyle ayrılışı bu kadar iyi kimse anlatamaz.
Tabii o liman bir de Venedik olursa.
Durrell Kıbrıs’a giderken orada bir köyde ev satın almaktan, 4-5 yıl yaşamaktan bahsediyor. Ne büyük bir özgürlük ve yalnızlık duygusu bu! Hayran kaldım… Korkunç bir başağrısı hissetmeliydim bu özgürlüğe gıpta ettikten sonra.
Dün gece eve dönmeni beklerken adeta kör olmuştum. Hiçbir şey görmüyordum. Gözlerim sadece dönüş saatini görüyordu. “Şimdi apartmanın kapısına yaklaştı, anahtarı çeviriyor.”
İki tane zil var senin nerede olduğunu anlatan: İlki elektronik diğeri mekanik. İlkinde dışarda oluyorsun, diğerinde içerde değil ama dışarda da değil. Ne içerde ne dışarda. Evin kapısına yaklaşıyorsun. İkinci kez zili çalacaksın ama ben senin gelmek üzere olduğunu bilmiyorum.
Hala körüm. “Geçici bedbaht” bir adamım. Fena halde seni özlüyorum. Varlığını, ışımanı, etrafına kokular ve sıcaklıklar yaymanı, sarılmanı, daha doğrusu sana sarılmamı; sana sarıldığımda dünyanın yumuşacık bir geçiş yeri, kadife bir yastık yüzü haline gelişini…
Seni öpüyorum. Ama sen yoksun. Körlük, dudaklarımı dudaklarına değdirmemi sağlıyor. Karanlıkta hepimiz istediğimizi yapabiliriz.
Gözlerini açınca yerçekimi, hava ve güneş -varlığı ve yokluğuyla- evreni teslim alıyor.
Kapı açıldı. Sen geldin. Sana bakmıyorum bile. Oğlum da bana böyle yapıyor. Bütün gün beni bekledikten sonra heyecanını ta içinde derin bir yerlere saklayıp somurtuyor. Ben somurtmuyorum, çünkü sen geldin. Ama gülümsemiyorum. Sanki hep vardın. Yokluğunun bitmesi sevinçli bir şey değil. Galiba sen yokken seni nasıl sevdiğimi daha iyi anlatabilirim. Sen varken de seni nasıl sevdiğimi ifade etme ihtiyacı ortadan kalkıyor. Seninle olmanın dili çözülüyor ve konuşmaya başlıyor. Vücut, eller, bacaklar ve nefeslerimizden oluşan bir dil. Ağız, ağızlarımız oluyor ışık varken ve karanlıkta ağızlar yer değiştiriyor usulca.
Isınıyor, ıslanıyor ve soğuyor uykuya varıncaya kadar.
25.
GERİYE KALAN
kolaydır yolunun bir çarşı içinden geçmesi
şehri kestirmelerden kurtarırsan
en çok çarşılarda yorulur anne ve yanıbaşında
yarım kilo güneşi sanki çok ağırmış gibi torbada taşıyan yatılı oğul
bugün pazar: çarşılarda kal
artmak tükenmektir sebzeler satılmamışsa
ümitler kısa zamanda tükenir: artmak ölmektir
seni az çok arka sokaklardan da geçirdiğim oluyor
bana gelirken; yan yollarda, bakkallarda ve sahaflarda oyalanan seni
bir kitap daha fazla okumak aslında daha erken gelmektir
şehrin okumakla gidilen mahallelerine, caddelerine, saraylarına; bana değil...
ben seni, hiçbir yerden geçmeden, şehrin en uzak yerinde öylece beklerim
sen çarşılardan geçerken oralarda bir satıcı olmak
ve bana bakmadan geçtiğini bilmek daha güzel...
şunu bil ki sen geçerken daha çok artıyorum
geriye sadece dokunulmamışlığın kalıyor
senden geriye kalmak sabahları uyanınca ilk işim
yaz günü ışıklar içinde kararmakla arta kalıyor
sana gelirken harcadığım zaman
gücüm tükenince talihim artıyor, vaktim bitince geçmişim
birçok tehlike olasılığı içinde sensiz kalmaya geç kalıyorum
hiçbir aşk tehlikeli değil ‘tozlu bir incir gölgesi’ kadar
‘geriye kalan mı?’
boşa edindiğim bir yoksul ermişlik geriye kalan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder