10 Kasım 2020 Salı

Küresel Ikınma




Henüz tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz. Bilimin ticari yönüyle sanayi devriminden bu yana düzenlenen ve hiçbir zaman sorgulanmayan aktif süreç, “bağımsız” birkaç yüz iklimbilimcinin sert uyarılarıyla nasıl önlenebilir? Ve ardından hemen gelen Amerikan tarzı duyarlılık: Petrolcülerle kolkola seçimlere giren devrik başkan adayı Al Gore’un her kesimce alkışlanan meşhur küresel ısınma belgeseli. Şurası kesin ki kelimenin gerçek anlamıyla pişmanlık, yani soyut bir tutum, yüzyıllardır Küre’yi kasıp kavuran somut tutumların acımasızlığını sağduyunun yararına nasıl çevirilebilir?

Niyetlerinden emin olduğumuz kapitalist gelenekçilerin başka bir oyunuyla karşı karşıya mıyız? Bunu sormadan edemiyoruz. Zira bu tepkiyi yaratan zaten bu geleneğin ta kendisi. Dünyadaki bütün muhalefetlerin, sivil toplum örgütlerinin ve halk, yararlılılık, iyilik adına gerçekleşen bütün etkinliklerin altından aynı gizlenmiş kapitalist zekâ çıkarken bu aklın sahiplerinin yanı sıra destekçilerinin de sözümona küresel ısınma duyarlılığının içinde görünmelerinin bir anlamı var mutlaka. Burnumuza gelen kötü kokuların kaynağında, Berlin duvarının yıkılışı sonrasında terör argümanıyla dünyaya yeni bir kutupsallık rüzgârı aşılayan emperyalizmin bu kez ekonomi ayağında küresel ısınmayı yedeklerine almış olmaları olasılığı sanırız çok yüksek olabilir.

İngiltere’nin Al Gore belgeseli sonrası, o nemrut meclisinden anında küresel ısınma kanun tasarısını dünyada geçiren ilk ülke olması çok düşündürücü. Herkes Amerika Birleşik Devletleri’nin Kyoto antlaşmasını imzalamamış olmasını olumsuz karşılıyor. Ama bizce anahtar asıl bu gerçekleşmeyen imzanın altında. O beyazlıkta ABD’nin muhakkak bir planı yatıyor. Al Gore’un belgeseliyle ve aldığı Oscar ödülleriyle tüm dünyada aynı anda ekonomik planda yeni bir düğmeye basıldı. Bu bir ıkınma düğmesi. Isınmayı bahane eden yeni bir dünya düzenini başlattı. Dünyada bundan böyle küresel ısınma standartları ve kriterlerinin egemen olmaya başladığını göreceğiz, yaşamımızın ekonomik planlarında. Kanımızca ABD, tam da böyle bir kamuoyu bilinçlenmesini bekledi, ki Kyoto’yu imzaladığı anda sözde iç hesaplaşmasını ve olayı kabullenmesini yeni bir egemenlik kılıcı etken olarak yeteri kadar belleğimizin derinlerine sokabilsin. ABD, Kyoto’yu imzalamasa kendi Kyoto’sunu ortaya koyacak ve bunu herkese söke söke imzalatacak. Öncelikli hedefi, pabucunu dama atan ve ucuz imalatlarla dünyada egemen hale gelen Uzakdoğu otomotiv sanayi. Standartlar merkezini kendi kıtasında oluşturup dünyanın iklimsel felaketi üzerinden belki de önümüzdeki 50 yıla yayılacak yeni bir egemenliğin tohumlarını attı bu belgeselle.

ABD her bakımdan Avrupa’dan çok farklı. Avrupa’nın gururunu ABD’de bulamazsınız. ABD kendini eleştirirken ve acımasızca yargılarken korkunç şekilde dişlerini gösterir dünyaya. Bunu 9/11’de yapamadı, çünkü bu kez başka dişlerin boynuna battığını gördü.

ABD, Yeni İngiltere’dir (New England degil). Bu ikili her yerde aynı şeyleri yaparlar. Üniformaları, silahları farklıdır. Standartları aynıdır. İngiltere, Avrupalılığı temsil etmez sadece, onu korur da. Ve kirli işlerini Avrupalılığından taviz vermeden Yeni İngiltere’ye paslar. Bunun en sinematografik karşılığı James Bond film serileridir. Kraliçe’nin sadık ajanının filmlerini Hollywood genellikle çeker. Ajan oyuncular hep İngiliz’dir.

ABD’de kulelere uçaklar girerken, İngiltere’de sadece metro istasyonları bombalanır. Irak harekâtını ilk başta onaylanan İspanya’da da. Tesadüfe bakın ki İspanya da Amerika’nın ilk sahibidir ve İngiltere’ye bu kıtayı satmıştır, kültürünü ve dilini egemen kıldıktan sonra.
Bu ikiliyi –diplomatik açıdan üçlüyü– yakın zamanda küresel ısınma düzeninde göreceğimiz günler çok yakın. Irak harekâtı çoktan bitti. Vuruş sırası Amerikan demokratlarda. Ikınma sırası gene bizde.

Sifonu çekin lütfen.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder