Henüz tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz. Bilimin ticari
yönüyle sanayi devriminden bu yana düzenlenen ve hiçbir zaman sorgulanmayan
aktif süreç, “bağımsız” birkaç yüz iklimbilimcinin sert uyarılarıyla nasıl
önlenebilir? Ve ardından hemen gelen Amerikan tarzı duyarlılık: Petrolcülerle
kolkola seçimlere giren devrik başkan adayı Al Gore’un her kesimce alkışlanan meşhur
küresel ısınma belgeseli. Şurası kesin ki kelimenin gerçek anlamıyla pişmanlık,
yani soyut bir tutum, yüzyıllardır Küre’yi kasıp kavuran somut tutumların
acımasızlığını sağduyunun yararına nasıl çevirilebilir?
Niyetlerinden emin olduğumuz kapitalist gelenekçilerin başka
bir oyunuyla karşı karşıya mıyız? Bunu sormadan edemiyoruz. Zira bu tepkiyi
yaratan zaten bu geleneğin ta kendisi. Dünyadaki bütün muhalefetlerin, sivil
toplum örgütlerinin ve halk, yararlılılık, iyilik adına gerçekleşen bütün
etkinliklerin altından aynı gizlenmiş kapitalist zekâ çıkarken bu aklın
sahiplerinin yanı sıra destekçilerinin de sözümona küresel ısınma duyarlılığının
içinde görünmelerinin bir anlamı var mutlaka. Burnumuza gelen kötü kokuların
kaynağında, Berlin duvarının yıkılışı sonrasında terör argümanıyla dünyaya yeni
bir kutupsallık rüzgârı aşılayan emperyalizmin bu kez ekonomi ayağında küresel
ısınmayı yedeklerine almış olmaları olasılığı sanırız çok yüksek olabilir.
İngiltere’nin Al Gore belgeseli sonrası, o nemrut
meclisinden anında küresel ısınma kanun tasarısını dünyada geçiren ilk ülke
olması çok düşündürücü. Herkes Amerika Birleşik Devletleri’nin Kyoto
antlaşmasını imzalamamış olmasını olumsuz karşılıyor. Ama bizce anahtar asıl bu
gerçekleşmeyen imzanın altında. O beyazlıkta ABD’nin muhakkak bir planı
yatıyor. Al Gore’un belgeseliyle ve aldığı Oscar ödülleriyle tüm dünyada aynı
anda ekonomik planda yeni bir düğmeye basıldı. Bu bir ıkınma düğmesi. Isınmayı
bahane eden yeni bir dünya düzenini başlattı. Dünyada bundan böyle küresel
ısınma standartları ve kriterlerinin egemen olmaya başladığını göreceğiz,
yaşamımızın ekonomik planlarında. Kanımızca ABD, tam da böyle bir kamuoyu
bilinçlenmesini bekledi, ki Kyoto’yu imzaladığı anda sözde iç hesaplaşmasını ve
olayı kabullenmesini yeni bir egemenlik kılıcı etken olarak yeteri kadar
belleğimizin derinlerine sokabilsin. ABD, Kyoto’yu imzalamasa kendi Kyoto’sunu
ortaya koyacak ve bunu herkese söke söke imzalatacak. Öncelikli hedefi,
pabucunu dama atan ve ucuz imalatlarla dünyada egemen hale gelen Uzakdoğu
otomotiv sanayi. Standartlar merkezini kendi kıtasında oluşturup dünyanın
iklimsel felaketi üzerinden belki de önümüzdeki 50 yıla yayılacak yeni bir
egemenliğin tohumlarını attı bu belgeselle.
ABD her bakımdan Avrupa’dan çok farklı. Avrupa’nın gururunu
ABD’de bulamazsınız. ABD kendini eleştirirken ve acımasızca yargılarken korkunç
şekilde dişlerini gösterir dünyaya. Bunu 9/11’de yapamadı, çünkü bu kez başka
dişlerin boynuna battığını gördü.
ABD, Yeni İngiltere’dir (New England degil). Bu ikili her
yerde aynı şeyleri yaparlar. Üniformaları, silahları farklıdır. Standartları
aynıdır. İngiltere, Avrupalılığı temsil etmez sadece, onu korur da. Ve kirli
işlerini Avrupalılığından taviz vermeden Yeni İngiltere’ye paslar. Bunun en
sinematografik karşılığı James Bond film serileridir. Kraliçe’nin sadık
ajanının filmlerini Hollywood genellikle çeker. Ajan oyuncular hep İngiliz’dir.
ABD’de kulelere uçaklar girerken, İngiltere’de sadece metro
istasyonları bombalanır. Irak harekâtını ilk başta onaylanan İspanya’da da.
Tesadüfe bakın ki İspanya da Amerika’nın ilk sahibidir ve İngiltere’ye bu
kıtayı satmıştır, kültürünü ve dilini egemen kıldıktan sonra.
Bu ikiliyi –diplomatik açıdan üçlüyü– yakın zamanda küresel
ısınma düzeninde göreceğimiz günler çok yakın. Irak harekâtı çoktan bitti.
Vuruş sırası Amerikan demokratlarda. Ikınma sırası gene bizde.
Sifonu çekin lütfen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder