"...çok önceleri, çocuk olamamış şair babama..."
Susmayı yeğledim. Öteki köprü ayakları gibi. Suyla buluşunca kesiksiz
mutlulukları düşlemenin bile deniz karşısında nasıl çiğ kaçtığını anlayıverdim.
1978 yılında, on bir yaşında, bir yüzden ilk düştüğünde hiç açılmamış bir
kapıya yordum gülüşü. Bazılarına yapıldığı gibi bizim evimize de gece yarıları
bomba atılabilirdi. Ve pencereye en yakın yatan ben, alevleri ilk yutan
olabilirdim, bütün güçsüzlüğümle. Oysa 1978 yılında, bu olasılıktan doksan
sekiz kilometre ötede, yanaklarım günden güne şişiyordu.
Bir gün bir de baktım, arka sokağımızda bir tabela.
Sokağa bir isim
konmuştu. Bir ucu bataklığa, öbür ucu denize varan sokağımıza. Bir yanında,
henüz çimentonun, demirlerin talan edemediği suyla ve boyumu aşan kılıçotlarıyla
dolu arsalar vardı. Kalasları yatırır, ucuca ekler, ensiz yollar çizerdik,
keskin otlar üzerinde. İlk çiziği alan genellikle ben olurdum, ya
parmaklarımdan ya da yüzümden. Kırmızı çizgiciği ilk gördüğümde
"karaya" en yakın kalaslı yoldan eve kaçardım. Bilmiyorum, otlarla
kaçıncı savaşımdı, eve kaçarken babamla karşılaştım. Kılıçotlu bataklıkla
oynamamıza çok kızardı. Oysa o sırada oldukça dalgındı, elinde, arka sokağın
yıkık bir duvarına asılan tabelanın kartondan bir benzeri vardı. Eve birlikte
yollandık. Kapıyı açtı. İçeri ilk o girdi. Ayakkabılarını çıkarmadan, salona
geçti ve ilk işi tavanı gözden geçirmek oldu. Sonra duvarları. Terasa çıktı.
Ben peşinden geldim.
Uzunca bir süre denize baktı. Bakışlarını merak ediyordum. Yüksek
gerilim tellerini, kavakları, minareyi, Liman Başkanlığı binasını. Sarıkız
heykelini, iskeleyi ve en sonunda açığa demirli kayıkları delip geçen, deniz
dibinde burgulanan bakışlarını... Babamla göz göze gelince, bakışlarındaki
sivriliğin, iki-üç damla gözyaşından ileri geldiğini anladım. Ağlamıştı.
Babama o tabelâyı duvara niçin astığını sordum. Bir şair dostu önceki gün
ölmüştü.
"-Adını çok önceden duymuşsundur, diyordu. Hep anlatmaya çalışırdı:
Kaybolan evler değil sokaklardır. Uzayan yollar seni gezgin yapmaz gezgin ol,
derdi hep. Susmak, en şatafatlı gezginlikti onun için. Bana daha geçen gün
telefonda bu şehirde tam on dört sokağa şair adlarının verildiğini
söylemişti."
Avın, babamı içine aldığı bir gündü. Aynı gün babam, henüz bir yakasında
evler olmayan, bir ucu bataklığa, öbür ucu denize açılan sokağın yıkık
duvarından, üstünde "Onbeşinci Şairler Sokağı" yazılı tabelayı
sökerek, sokağın başındaki sokak lambasına astı. Sokağın bir yanında evler öbür
yanında şairler vardı.
Ocak 1990 - Düşler Öyküler; 6. Sayı, Şubat-1998
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder