4 Aralık 2011 Pazar
PARİS KİTABI
PARİS KİTABI
Paris’i yazmak daha çok resimsiz, fotoğrafsız kitaplarda mümkünmüş gibi geliyor bana. Sanki fotoğraflara - belki de Paris turizminin sıradanlaştırdığı görüntüler yüzünden - Paris’in taşıdığı düşünsel yük sığmıyor; görüntüler Paris’i taşımıyor. Paris’in her bakımdan birçok imgeye taşındığını; üstelik birçok imgenin de metaforlar yardımıyla Paris’e yüklendiğini unutmamak gerek.
Nedim Gürsel’in Paris Kitabı Paris’i Yazmak olgusunu daha içtenlikli ve sıcak bir konuma sokuyor. Paris’in üzerine çevrilmiş bir yazarlar turizmi olduğu,
(Burada ‘turizm’i bir gezginlik pratiği olarak alıyorum) bu turizmden geriye, büyük oranda edebiyatın kapsamına giren bir yapıt toplamı bulunduğu apayrı bir gerçek. Bunun ötesinde Paris’i, edebiyatın ve düşünsel kıvraklığın izin verdiği ölçülerde keşfetmek, yazarlık serüveninin kentlere dönük yüzünde önemli bir çaba.
Nedim Gürsel, kişisel coğrafyasında bir keşif alanı olarak var ettiği Paris dünyasına neredeyse en açık yaklaşan dünya yazarlarından birisi. Yaşamınının büyük bölümünü geçirdiği Paris, onun yaşamsal konularının arasında adeta bir ikon durumunda. Kent ve kadın Nedim Gürsel’in yaşamının önemli gerçeklik ikonları arasında neredeyse birbirini sürükleyerek ilerleyen olgular. Nedim Gürsel, Paris deyince yirmi beş yıldır oturduğu kentten çok güzel Helen’i kaçırdığı için Troya Savaşı’na yol açan yakışıklı delikanlıyı düşünürken bile şehir Paris’in hamurunda çekici, güzel bir kadın gövdesinden izler buluyor. Hatta daha da öteye giderek, Boğazkesen’de İstanbul için yazdığını Paris için de tekrarlama cüretini gösteriyor:
“Kentin harcına bir kadın gövdesi karıştığından, iklimi yumuşak, suyu saydam, güneşi göz kamaştırıcı, ırmağı yeşildir. Özlemi ateşten daha yakıcıdır, vuslatı en derin uykudan daha tatlı. Ve yokluğu, paslı bir hançer gibi saplanır gövdeye. “
Bir şehirde kadınsı izler bulma çabası aslında o şehirde yaşayan ölümlü ama çok güzel kadınlar bulma çabasından asla uzak düşmüyor.
Paris Kitabı gerçekte Nedim Gürsel’in Paris’i olarak adlandırabileceğimiz bir kitap. Bu bakımdan bir kent monografisinden çok çağımız yazarının çok çehreli dünyasının sadece bir yüzünü oluşturan şehir-yazar ilişkisinin sonucu olarak bizimle buluşuyor. Mimarların, şehir planlamacılarının, belediyecilerin, postacıların ve memurların Paris’inde ortak yönler, daha doğrusu ortak ve anonim bir Paris bulmak üç aşağı beş yukarı mümkün. Ancak Nedim Gürsel’in Paris’i yapıların, çizimlerin, hizmetlerin, mektup adreslerinin ve mesailerin çok ötesinde bir yerde; örneğin Paris öykülerinde temel izlek olarak kullandığı ve tasarladığı nice kitabın yazıya dönüştüğü mekan olan Hôtel de Sens’ın avlusunda...
Paris kimindir?
Paris Kitabı bu soruya bir yanıt arama çabasının ortasında durmamasına karşın kendi varlık nedeninden ötürü yanıtlardan biri konumuna geliyor: Çoğul Paris. Paris çok değil, çoğuldur. Bir şehir bazen içinde birden çok kent barındırır. Şehir-kent ayrımının uçlarında durulduğunda, bir şehrin mekân boyutu dendiğinde kent adını aldığı; insanlarına (özellikle de kadınlarına) ve yaşama kültürüne girildiğinde şehir adına yerleştiği söylenecektir. Bu ayrımdan hareketle Nedim Gürsel’in şehri ve kenti Paris’tir. Paris onun için öyküleri, çatı odaları, üniversite kitaplıkları ve yazarlığın kendisi demektir. Kırk yıl önce sadece bir sözcükten ibaret olan Paris.
“Güzel Paris... Yalnızca bir başkent gibi değil, yabancı bir kadın gövdesi gibi hâlâ keşfedilmeyi bekleyen...”
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Herkes kendi gözleriyle görüyor tabii ki şehirleri...
YanıtlaSilMisal, “Güzel Paris... Yalnızca bir başkent gibi değil, yabancı bir kadın gövdesi gibi hâlâ keşfedilmeyi bekleyen...” diye bitirmişsiniz ya yazınızı...
Oysa Buket Uzuner ise "Ruh eşim İstanbul, eski kocam Paris, sevgilim New York" der.
Farklı yazarların farklı görüşleriyle şehirleri bilmek ne hoş!