Yıldızların arasında ne var?
Bir galaksi üst kapsamında düşündüğümüzde sistemler, nebulalar, kara delikler...
Dünyamızdan bir süredir yeni bir teleskopla evreni izlemeye çalışıyoruz. Emekli Hubble'ın ardından onun ardılı olarak yerini alan James Webb acaba bizleri Hubble'ın elde ettiği görüntülerin sarhoşluğundan alıp başka büyülenmelere doğru götürebilecek mi? Yoksa bu görüntülemelerden sızacak yeni galaktik gerçeklerin yarattığı şaşkınlıklar güzelim uzay keyfimizi örseleyecek mi?
Derin bir kuyuya bakar gibiyiz evrene her göz attığımızda. Sinema endüstrisi bu kuyudan su zerreleri getirmeye çalışırken üzerinden o ilk şaşkınlıkları atamamışa benziyor.
Her film türünün şaheserlerini veren ünlü yönetmen Stanley Kubrick'in hem sinema hem de bilimkurgu türü adına kutsal kitabı sayılan Bir Uzay Efsanesi 2001 filmi bir bakıma evren konusunda ilk büyük çığırı açtı. Kubrick'in bu filmin senaryosunun yazımı sırasında yine ünlü fütürist ve bilimkurgu yazarı Arthur C. Clarke ile çalışması filmin sinema sanatının ötesine geçmesini ve hâlâ felsefi bağlamlarda filmin merceğe aldığı konuların tek referans ekseninde tartışılmasına yol açtı.
Kuantum fiziğiyle 20. yüzyılın ortalarında son aydınlanmasını yaşayan bilim dünyası, bu çalışmaların ışıklarını ancak 21. yüzyılda, teknolojinin popülerleşmesi ve sinemanın bilimle birlikte koşması sonucu yakalayabildi.
Aslında ağır aksak bazı kanonlar oluşuyor “uzay filmleri”nde. Star Trek ve Yıldız Savaşları’nı bilimkurgu macera sınıfına sokup teşekkür ederek bilimkurgu sinemasının “yıldızları arasında” bir yolculuğa çıkacak olursak bu yolculuğun yolunun önemli bir durağı olarak Nolan’ın Yıldızlararası (Interstellar) filmi olduğunu söyleyebiliriz.
Bu zorlu yolda kolay ve hızlı başarılar olmaz genellikle. Her şey hemen anlaşılmaz. Bu yönüyle Yıldızlararası çok tutmuşa benzemiyor. Böyle işe başlayan filmler genellikle sabırlarıyla öne çıkarlar. Devamlılıklarına çok güvenirler. Bu bakımından Yıldızlararası’nın olmasa bile Nolan’ın kariyerinde yeni “uzay film”lerinin yer alacağı çok açık.
Gelelim filme. Kuraklık ve kıtlık dolu bir dünyadayız yine. Yakın gelecekte. Yükselen tek meslek ve umut çiftçilik, tarım. Dünya kendine yetemiyor. Bu distopyanın son zamanlarına doğru bir astronot ve ailesi çiftçilikle geçiniyorlar. Astronotun kızının odasına gelen garip mesaj ve hareketler filmin temel sorunlarına bizi yaklaştırıyor: Çokboyutluluk, zaman ve yerçekimi.
Yıldızlararası’nda popüler fizik ve evren belgeselleriyle hemen hemen çok yaygınlaşmış birçok teori son derece basit anlatımlarla kullanılıyor. Kara delikleri, solucan delikleri, paralel evrenler, 4 ve 5. Boyutlar… Bence çok çarpıcı olan bir şey varsa o da Christopher Nolan’ın aşk kavramını bile uzayın en bilinmez derinliklerinde, görecelilik her canlının ömrünü savururken çok incelikli şekilde kullanması. İzleyicinin belli ki kafası çok karışacak; bilgilerini yoklar ve sağlamalarını yaparken merak ve sürpriz gelgitlerinde boğulmasını engellemekte başarılı olmuş Christopher Nolan gerçekten de. Aşkın yanı sıra en insani duygu olan ölüm korkusu da Amerikalı yönetmenin bilim ile kurgu arasındaki seçimde kurgudan yani insandan yana tavır koyduğunu gösteriyor. Solucan deliğinden başka galaksi ve yıldız sistemlerindeki gezegenlere giden kahramanlar, hayatta kalmak için her şeyi yapmaya devam etmelerine yol açan şu sözü kanıtlamaktan geri kalmıyorlar: “İnsan her yerde insan.”
Gotik ve epik bilimkurgu sinemalarının yanında daha azınlıkta kalan, fakat geleceği parlak olduğu görülen psiko-fizik bilimkurguya el atan Christopher Nolan’ın (ve senaryo ortağı kardeşi Jonathan Nolan’ın) bu alanda daha çok yolculuk etmelerini umuyor ve diliyoruz. Ayrıca popüler evren fiziğinin gözde konularından olan yerçekimi kavramının uzay-zaman-boyut ilişkisinde yorumlanmış olması fizik düşünen zihinlere de sinemanın en önemli ve eğlenceli katkısı olarak görebiliriz.
Yıldızların arasında sıkışıp kalmış, ama buna henüz emin olamayan insanın, kendini evrende tanıma yolunda bir teoriler geçidi Yıldızlararası filmi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder