Siz doğmadan kendimi varolmuş saymayacağım. Rüyalarımızın şehrinden gelmeseniz de bir yerlerde mutlaka yazılısınız.
Ey deniz kıyısında, surlarla çevrili bir kovanın içindeki küçük kürek. Sarı rengin bana onu hatırlatıyor.
Dalgalar onu getirse bir gün her şey daha yazılı olacak. Kayıklara. Midye kabuklarına. Başını kaldıran sarı başaklara.
Tanrı, beş günde yaratırken okyanusları kime ithaf edeceğini düşünmüş mü? Karalar bu ithafın yazısı olmasın sakın…
Sizin yolunuzu tarif ettikten sonra tam beş kuruş saydım köydeki çocuğa. Kördü ama daha önce ordan geçmeyenlerin bile nereye gittiğini biliyordu.
Bezelyenin içinde çıkan her taneye bir ağaç kadar özen gösteren tabiat, sözcükler karşısında neden bu kadar sessizdir.
Sizi oluşturan sözlere bakması ve konuşması için rüzgâra, yağmura işbirlikçilik teklif etmiştim. Bir kelimeyi dalından bile kesemedi.
Çünkü yapraklar yeryüzünün harfleri değildir. Harfler birleşir kelimeler düşer yapraklarsa kururlar…
Geldim ama çıkamıyorum, dönmüş olsam da şehrime. Şehrimin üstünde bir ismin harfleri duruyor ve okuyamıyorum. Okuyunca kaybedeceğim korkuyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder