23 Kasım 2011 Çarşamba

BEN BİR HALT ETTİM

Ben Bir Halt Ettim

HALİL GÖKHAN

Ben bir halt ettim. Romanlarımın birisinde yazmış olduğum bir bölümün kadınlar açısından haksızlık içerdiğine karar verdim, ama sonradan gelişen durumun bu konuyla hiç ilgisi yoktu. Bu durum bir keşiften ibaretti.Keşfettiğim ise şuydu: Kitaplarımın adında veya içlerinde hep kadın ve erkek kahramanlar karşı karşıya geliyordu.
Kişisel sanat öğrenimlerim; ait olduğum, kabul gördüğüm ve reddedildiğim ama ait olmak istediğim her kurum ve alanda kahramanlar erkek veya kadın olarak adlandırılmıyordu. Oradaki kahramanlar felsefi, siyasi ya da sanatsal bilinçlerine göre sınıflara ayrılıyor, onların bir parçası olarak kendilerini temsil ediyorlardı. Cinsiyetleri de ancak evlendiklerinde ya da kaçamaklarında ortaya çıkıyordu. Olmadı, sosyal bir gerçeği açığa vurmak için bu kahramanların cinsiyetlerini trajik olarak yaşadıkları bir sosyal çıkmazda onları erkek ya da kadın olarak görebiliyorduk.
Ben bir halt edip yazdığım dört romanda da kahramanları saf olarak cinsiyetleriyle kullandım. Hem de az önce sıraladığım aidiyetlerimin beni bir gün yargılayacaklarını bir an bile düşünmeden.
Kitaplarda erkekler ve kadınlar neden oldukları gibi kahraman olarak yer almazlar?
Bu sorunun cevabını o aydınlanma günümden bu yana düşünüyorum. Kahramanlarımı geriye alacak bir halim yok. Kitaplarımı silemem, yok edemem yakamam; kaldı ki binlerce okurun hafızasından nasıl sileyim. Şuna eminim ki biz yazarlar olarak, kahramanlarımızı sırf düşüncelerimizi kanıtlamak uğruna çok fazla şişiriyoruz. Oysa ki bir kadın kadın olarak bir erkek de erkek olarak sosyal hayatta vardır ve bu kişiliklerin kendilerini tek başlarına temsil etme yetenekleri bulunmaktadır. Ben, 30 yaşımdan sonra taşındığım İstanbul’da, belki de büyük şehrin etkisiyle yazdığım dört romanda farkında olmadan, bütün klasik yazarlık özelliklerime rağmen kadın ile erkeği kahraman olarak kullandım. Ve ayrıca bu dört kitabın sadece bir tanesi aşk romanıydı. Yani demek istediğim, bütün kültür ürünlerinin son derece kolaycı olarak başvurduğu “kadın ile erkek arasındaki en güçlü fenomenin aşk olduğu” klişesine de kapılmadan bunu yaptım.
Romanlarımda yine halt edip erkek bir yazar olarak kadınlara çok fena baktığım söylenebilir. Bütün bu yazdıklarımın romanlarımın çok satmamasıyla da ilgisi yok, yani kendimi kimseye tanıtmak niyetinde değilim.Üstelik bilenler bilir, siz yazınca dünyanın en etkili işini yaparsınız; doğaüstü bir şekilde yazdıklarınız zamanca bir kalıcılık, devamlılık niteliği kazanır ve ölümsüzlüğe adım atarsınız. Hadi bir sır daha vereyim: Şunu ya da bunu yazmanız dışında, yeter ki ölümsüz olun, çok satıp satmamanızın pek önemi yoktur artık.
Şimdi bu keşfimin bazı detaylarını vermek istiyorum: Sadece kendi kimliğiyle bir romanın başından sonuna kadar ritmi düşürmeden varolabilen kadın kahramanlarıma yaratıcılığımın en sıradan düzeyiyle müdahale ettiğim bir gerçekti. Yani onları sadece kadın olmalarıyla var ettim. Tek meseleleri ve varoluşları kendileri olmaktı. Çünkü şuna inanıyordum: Bugünkü dünyamızın ve insanlığın bulunduğu son durumu erkek ile kadının çatışmasına/birleşmesine borçluyuz. Hayattan teknolojiye, sanattan nükleer santrallere kadar kadın ile erkek alt veya üst planda bir yerde birbirleriyle mücadele etmektedir. Uygarlık ile ilkellik arasındaki tercihi cinsiyetlerimizin dilini kullanarak yaptık ve uygarlığı seçtik. İlaç sanayinden psikiyatriye kadar birçok insani disiplinin insana “hasta muamelesi” yapmasıyla sanattan edebiyata kadar da yaratıcı düşüncelerin erkek ile kadını aseksüel bir kahraman çantasına tıkıştırmaya çalışması arasında hiçbir fark yok bence.
Ben bir halt ettim. Uyandım. Artık daha sessiz ve yalnızım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder