7 Şubat 2012 Salı

Bloğumun ayarlarıyla oynamayınız






Ben çocukken ekranın karşısında değil berisinde çok vakit geçirirdim.
Ekran yalnızlığımdı. Ve gördüğümse merak içindeki gözlerimin önünde açılan büyük dünyaydı.
Bu dünyanın sırları, gizemleri, bilinmeyenleri beni o kadar çekiyordu ki hiç durmadan ölünceye dek öğrenebilir öğrenebilirdim. Boyumu gücümü aşan konularda hep "ah bir büyüyeyim" diyordum. "Onu da alırım bunu da yaparım şunu da okurum." Sanırım dünyaya bunun için geldim, diyordum kendi kendime. Bitmek bilmeyen bir merak ve öğrenme güdüsü...
Gözlerimin ekranının berisinde hayat tasasız ve gürültüsüzdü. Orada bir tek ben yaşıyordum. Bazen ıssız ada düğmesine basarak içime kapanıyor bazense çikolata fabrikası düğmesine uzun uzun basarak sevdiğim herşeyin aynı anda ve yerde üretildiği bir mekana dünyam diyordum.
Okula gitmeye hiç mi hiç meraklı değildim. Orada gözlerimin arkasına saklanamıyordum çünkü. Bahçeye bakan pencerelerden dünyayı görmek için ayağa kalkmak gerekiyordu. İlk cam hizasına kadar dışarıyı görmememiz için camlar boyanmıştı. Camın üst hizasına kadar gördüğümüz dünya tamamen griydi. Öğretmenin takım elbisesi, önlük, sonra ceket kollarından dirseklere kadar olan kısım, hepsi griydi.
Bir gün evde suluboyayla oynarken gri rengin birçok renkten oluştuğunu öğrendim, kendi kendime. Bütün renkleri su kabında birleştirince siyahı elde ettim.
Ve sonra acı gerçek yakama yapıştı: Beyaz bir renk değildi. Öyle bir renk yoktu.
İşte o günden beri renklerin ayarlarıyla bir daha oynamıyorum.

3 yorum: