11 Kasım 2014 Salı

Kitap Fuarı Günlüğü 2014


Birinci Gün (simgesel)

Uzun ve yüksek koridorlarla dolu büyük bir yapının içinde uyanmıştım.
Uyandığımda herkes gitmişti.
İlk önce terk edildiğimi sandım. Bu kadar büyük bir yerde ilk kez terk ediliyordum. Genellikle açık alanlarda olmazdı bu. Masabaşı ya da yatak olurdu. Veya bir kafe. Restoran.
Gözlerimi ovuşturdukça yapı büyüyordu ve hatırlamaya başladıkça da küçüldü küçüldü.

Anladım. Bir iş için buradaydım.
Her yerin merkez olduğu merkezsiz bir yerde hem de.
Birisi hızla geçip gitti yanımdan ve fazla davetiye olup olmadığını sordu.
Bir diğeri renkli bir el ilanı bıraktı masanın üzerine: Bir lokanta ya da restoran. Bir menü.
Demek ki karnım acıkacaktı birazdan.

İkinci Gün (barok)

İlk günü çok hatırlamıyorum. Etraf birden kalabalıklaştı. İmza atıyorlardı. Kimse okuma sözü vermiyordu çünkü. Herkesin bir anıt olup göğe yükselesi vardı. Ve kopamıyorduk. Yer çekimi ya da çekimsizlik. Fiiller canları istediğinde tanrı olmaya soyunurken, sıfatlar kitapların kapaklarını kaplamışken, isimler çaresizken ve kalpler satılırken yaşamak bir heykeldi, dedi birisi...
Sessizlik.
Durgunluk sonra. Hiçbir şey akmıyordu. Tembel bir zamanda doğmuştuk. Kitapların çok anlatmadığı, az yazdığı, uygun görülmedikleri çağdan azar azar gidenlerin ardından bir selin kovaladığı.. Herkes dinleniyordu. Yorulmak bile dinlendiriyordu kimi bünyeleri. Ardından rüzgar çıktı bütün kağıtlar havalandı. Yere düştüklerinden hepsi birer imla hatasıydı ve bütün kurallar unutulmuştu çoktan.

Üçüncü gün (halüsinatif)

Gölgeler uzuyor. Şehrin en uzak ucunda bütün kitaplar toplandık kaç kitap olacağımıza karar veriyorduk ki gong çaldı yarış başladı: A, D, H, J ve Q harfleri verildi bize. Kalan harflerden kırk katarlı  bir tren yapacaktık. Gülmeden. Üstelik beklemeden sıraya geçecektik.
Pazartesi geçmek bilmiyor, öyle ki haftanın en çabuk gelen günüdür.
Sıkıntı fuarı açılsa adına bugün derdim.
Herkes sıkıntısını bu fuara saklamış; belli ki çok sıkılanlar çıkış arıyor; kitaplardan medet umuyorlar. Cevaplar ve sorular çoktandır biliniyor. Beklenense yorumlar, fikirler değil sadece anlamsızlık.
Bütün bunların bu soruların cevapsızlıkların bir anlamı var mı?
Neden dönüyoruz?

Dördüncü gün (sübliminal)


5 Kasım 2014 Çarşamba

Bana hayatımda kimse öyle bakmadı.


Bana hayatımda kimse öyle bakmadı.

Bu gece bütün balkonlarda kendimi arıyorum. Bir adanın sahilinde, oradan çıkamamamın kıyılarında. Çok önceden o balkonda bana bir yer verilmiş gibi orada olmayı hep arıyorum. Balkondan sahneye yayılan bakışların bir adı var. Senin adlarından birisi…
Sen balkonun köşesinden sahnenin kıyısına kadar bakışlarımda yayılıyorsun. Dudaklarımız mesafeyi kısaltıyor, iki şehir arasındaki fırtınalı hasreti çoğaltıyor ve gelgit olarak yağıyor eve.
Bu gece bütün balkonlardan sana baksam doyamayacağım sana. İki şehrimi dünyanın bütün şehirlerine değişsem unutamayacağım kadar anıyla yüklüsün. Sana her döndüğümde aslında hiç gitmemiş olduğum hali, sözlerimize bağlı olduğum hali mi bulacağım? Başka bir hal için çıkıyorum balkona. O kadar yakın ki gözlerin. Işıldıyorlar. Bana hayatta kimse öyle bakmadı. Yakındalar. Öpüyorum. Sana dokunmuşum. Seni senden almışım. Sende çoğalıyor ve coşuyorum. Birçok deniz vardı seni aradığım. Bir tanesinde diz çökmüşüm ve ufka bakıyorum. Ufuktaki balkonda bir adam sevdiği kadına bakıyor. Onu ararken onu kendine âşık olarak buldu. Bir gece.

Bu gece birçok balkonda bir benzerim var. Seni düşündükçe hepsi bir şey arıyor sahnede.