7 Ekim 2013 Pazartesi

Albert Camus Yüzyılı



7 Kasım 1913 günü Akdeniz'e kar yağmış mıdır acaba?
Güney Akdeniz'de, Cezayir'de, ki o zamanlar bir sömürgeydi, o çocuk doğduğunda 20. yüzyılın ilk büyük kışı olan birinci büyük savaş yaklaşıyordu ve kar giderek artan bir soğuklukla bütün kalpleri sıkıştırıyordu.
-Albert, dedi bir babanın sesi ve veba gibi çarptı bu ses tarihten gelen bir boğuklukla bütün yüzyıla...
Albert bugün 100. yaşında... Onun bedeni 50 yılını göremese de aklı, düşünceleri ve bıraktıklarıyla dünyanın hayatı daha da seçkin, anlamlı ve başkaldırmaya değer...
"Özgürlük ve devrim"... Neden ile sonucun bu kadar birbirine yakınlaştığı zamanlar çok azdır. Devrim bir sonuçsa nedeni özgürlük talebidir ve bu doğrultunun dışında kalan bütün özgürlük ve devrim eylemleri sınıfta kalmışlardır.
Albert Camus'de bu iki yazgısal terimin yan yana gelmesini içerdikleri anlamların onun sözlüklerinde sürekli olarak devinmelerini; insani merak ve keşiften başka baskılar, zorluklar tanımamalarını; ancak bu uğraşlardan sonra zamanın tozlarını üzerlerinden silkeleyebilmelerine bağlıyorum kişisel olarak.
Camus'nün Fransız, Cezayirli ya da Akdenizli olmasından çok bütün bunlardan daha fazlası olmayı bize seçenekler olarak sunması gerçeğini ona dair en sahici hakikat olarak kabul ediyorum. Ondan bir deneme ya da bir roman okuduğunuzda yüzünüze çarpan sahicilik rüzgarının sizi şaşırtması; bildiğiniz, duyduğunuz şeyleri ondan okurken yaşadığınız o saçma duygu ve okuduklarınıza asla bir saçmalık olarak bakamayışınız; ve onların geldiği, yaşadığı, çöreklendiği hayat katmanlarını sezinleyerek yazara duyduğunuz saygının perçinlenmesi... Sanıyorum ki Albert Camus'nün adına hangi sanat dersek diyelim bize onun bilgisine götürmeden uzunca bir süre önce yerimize çivileyen insani yükselişin koordinatları bunlar işte...
Hayatımda ilk kez ustalığını sergilemeden ustaca metinler ve eserler okuduğumu hissettiren yazardır Albert Camus. Bunu az çok hakkındaki bütün eleştiri ve tespitlerde görmek mümkün. Onu okurken onun kalem dokunuşlarını ya da varoluşsal titremelerini hissetmeyiz. Bir yazar, iyi ve usta bir yazar olmak için sanki hiç uğraşmamıştır da sadece iyi yazmıştır: Yapması gereken tek şeyi yapmıştır... Yazdıklarında da bu yüzden en ufak bir süse, gereksiz kalabalığa ve fazlalığa rastlanmaz. Şüphesiz çağdaşı sayılan ve çok yönden türdeşi olan Antoine de Saint-Exupéry gibi o da yüzlerce sayfalık taslak içinden sanki eserlerini kesinlik kalıplarıyla dilim dilim keserek çıkarmış gibidir.
Albert Camus'nün edebiyat, felsefe ve siyaset üçgeni olarak adlandırabileceğimiz yapıt yaşamı alanında felsefe, edebiyat ya da siyaset yapmanın en ufak bir izine bile rastlanmaz. O sanki bu disiplinler arasında bulduğu şeyleri aradığını sonradan anlayan bir yeryüzü sözcüsü gibi taşıdığı mütevazı söz dağarcığı ve ifade eylemleriyle dolaşır durur ve durakladığı her kuyu ya da vahada geldiği yere gitti yerleri sorar.

(...)

(Gülser Erçel'in hazırladığı ALBERT CAMUS Özgürlük ve Devrim kitabının önsözüdür.)